Öyle bir süreç olduk ki, biz mi onu yönlendirip, yönetiyoruz yoksa o mu bizi bazen yönetiyor, yönlendiriyor anlamakta güçlük çekiyorum.

 

"İnsan düşünen bir varlıktır" tanımı ne hoş bir tanım. Çünkü düşünmek, bir canlı için en muhteşem aşama. Kargadan tutun da, yunuslara kadar birçok canlı bir şekilde aklını ve öğrendiklerini günlük yaşamında kullanıyor.

 

Ne kadar farkındasınız bilemem ama çevrede "Kumru" kuşlarının sayısı mı, yoksa yaşam alanları mı azaldı bilemiyorum ama pek eskisi kadar "guguk, guk" diye öttüklerini göremiyoruz.

 

Ankara'da mutfak penceresinden besin koyuyorum önlerine. Hemen bir iki güvercin, şaka değil gerçekten iki "sorti" ile onları hem besinlerinden hem de yakınlarından uzaklaştırıyor, "bezdiriyor".

 

Küçüklüğümde Ninem anlatırdı kumrunun/ guguk kuşunun/ yusufcuk kuşunun öyküsünü.

O yüzden, "guguk guk, yağ döktü, kız döktü" diye ağlarlarmış. Anneleri öldüğü için evlenen babalarının yeni eşi/ üvey annelerinin kızı/üvey kardeşlerinin günahını çekerlermiş.

O yüzden haykırırlarmış. "guguk guk, yağ döktü, kız döktü" diye.

 

Kumrular, Güvercingiller (Columbidae) familyasından (güvercinin akrabası) olup, onlara göre daha küçük yapılı ve soluk renkli kuşlardır.  Özellikle farklı yöre ve semtlerde çok farklı renk ve yapıda kumru çeşitleri vardır. Üveyik de bir kumru çeşididir.

 

Özellikle sahil yörelerinde biraz da "barış" ile "güvercinin" özdeşleştirilmesinden mi, yoksa farklı bir sempatisinden midir, nedir bilemem ama herkes getirdiği yemler ile güvercinleri beslerler.

 

Bu sebeple de bazı yerlerde güvercinler daha dominant bir yaşam sürerler. Kumrulara ise sakin bağ, bahçe ve kuytu ev köşeleri kalır.

 

Geçenlerde Antalya'da apartmanın arkasında otopark ile soğuk su parkı arasındaki boşlukta, güvercin, kedi ve kumru savaşını görünce, bizim barış güvercinlerinin ne kadar da savaşçı olduklarına gözlerim inanamadı.

 

Güvercin önce birkaç sorti ile duvar kenarına bırakılan, unutulan her ne ise ondan kumruları kovdu. Sonra kedi ile bir savaşa tutuştu. Nerden çıktı ise birden, bir karga belirdi ve o da güvercini kovdu, kedi ile baş başa kaldı.

 

Zavallı kedicik arabaların altına sığınarak canını kurtarmaya çalışırken, sanırım yanlardan bir apartmanın kapısı açılmış olmalı ki, canını oraya zor attı.

 

Yaşanan paylaşım savaşının tek galibi olan karga da, yutabildiğini yuttu, kalanını da ağzına alıp paytak paytak havalanıp sanıyorum yuvasının yolunu tutup, yavrularına armağanını sundu.

 

Gözlerimin önünde yarım saat içinde yaşanan ne garip bir öykü.

 

Günümüzde doğada da, sosyal toplumsal yaşamda da yaşanan benzer. Bitkilerden, genetiği ile oynananlar, diğerlerine göre daha baskın ve çevrede onlar daha çoğaldı.

 

Kuşlar için, daha henüz insan tarafından özel bir genetik oynama, ayrım yok (ya da ben bilmiyorum) ama besleme, yaşam alanlarına müdahale gibi konusunda onların da şanslı ve şanssız olanları var.

 

Geçenlerde bir magazin haberinde, "yeşil papağanların" sayısının iktidarın yeşile sempatisi ile arttırıldığı yönünde bir haber okudum ama o kadar da değildir deyip, gülüp geçmiştim.

Konu insana, yurttaşa gelince artık her şeyin bilinen değeri kayboldu. Bir ülkede yurttaş olmanın bir bedeli var idi. İnsanlar bu bedeli canları, kanları ile öderlerdi.

 

İnsanlar, asker olur "vatani görevlerini yaparlar", çalışırlar, üretirler elde ettikleri gelirlerden, kazançlardan vergilerini verirler; yasalara uyup, yöneticilerini seçerek de, yurttaş/vatandaş sayılırlardı.

 

"İdi" diyorum, artık her şey gibi o da değişmiş.  Hani bazen bir yerlerde rastlarız ya, "kıroyum ama para bende" gibi karikatürlere; artık espri, gerçek oldu. Hayal olanların, gerçek olması gibi.

 

Artık, "Ne kadar Amerikan Doları", o kadar yurttaşlık.

 

Ne kadar yandaşlık o kadar iktidar nimetlerinden yararlanma.

 

İnsanlar, eğitildikçe, uygarlaştıkça ve çalışıp ürettikçe her şeyi hak ederler diye bilirdik. Ne yazık ki, uygar, gelişmiş ülkelerde durum bu. Ama az gelişmiş, geliştirilmemiş, geri bıraktırılmış ülkelerde ise durum bambaşka. Eğitime değil, cehalete üniversite yönetimleri bile methiye düzer oldular.

 

Hak, hukuk, adalet kağıt üstünde kalmış, "bir yolunu, adamını bulmak" çözüm oldu ise, siyaset ise "adamını, yoksa madamını seç" noktasına geldiyse, bütün değerler alt üst olmuştur demektir.

 

O zaman gelinen noktada öncelenen, uygar ülkelerde olduğu gibi eğitim, bilim, sanat, adalet, hak, hukuk gibi değerler değil, "güç" tür.

 

Uygar, gelişmiş ülkelerde bile artık seçimler tartışmalı iken yine de bir şekilde, oturmuş kurulu düzenler yurttaşların hak, hukuk ve özgürlüklerini koruyup kollar iken, "Allahtan bizde değil" ama bazı ülkelerde, ne yaparsam mübah diyeler ortalıkta.

 

Eğer bir toplum, gelişmiş ve uygarlaşmış ise, seçimleri de, yönetimleri de hak ve hukukları da ona göre olur.

 

Yok toplum gelişim evresini tamamlayamamış ve özünde "ilkellik" de sayılabilecek süreçleri yaşıyor ise, Kargadan, Güvercine, güvercinden kediye olan süreç gibi yaşananları yaşar giderler.

 

Örf, adet, gelenek, görenek, yasa, anayasa bu yüzden vardır.

 

Anadolu'da derler ki "Soysuzluk, ipsizlik başlarsa nerede duracağı belli olmaz" bir başka şey daha derler "Yüz verirsen deliye, gelir sıçar halıya"!..

 

Halının temizliğinden önce, oturup iki elimizin arasına başımızı alıp düşünsek mi. Yoksa, "turpun kalını, torbada"!..