Hastanelerimiz neden tıklım tıklım dolu? Neden randevu alınamıyor? Poliklinik hizmetlerinde bir doktor bir hastaya neden üç dakikasını bile ayıramıyor? Neden 3-5-6- ay yahut bir yıl sonrasına randevu verilebiliyor? Basından alınan bilgilerden, ilaca katkı payı neden bu kadar yüksek? Özellikle acil servislerde doktorlar, hemşireler hatta beli silahlı güvenlik görevlileri manga manga siviller tarafından neden dövülüp darp ediliyor? Neden sağlık personelinin ağzı burnu, kolu bacağı kırılıyor? Bütün bunla neden edenin yanına kar kalıyor? Niçin bunlara ağır cezalar verilerek caydırıcılık sağlanmıyor? Daha çok sayabiliriz ama illa ki olmuyor da olmuyor...
Antalya'da 4-5 yıl önce bir hastanede yaptığım araştırma sonucunda aynı hastaneye bir günde 25 bin insanın müracaat ettiğini öğrenmiştim. Sanırım şimdi aynı hastaneye 30-35 bin insan müracaat etmiş olabilir. Aşırı göç, Suriyeli, Afgan ve Iraklı, Afrikalılar başta olmak üzere dünyanın dört bucağından akın eden yabancılar da bu işlerin cabası... Bütün bunlar bir ülkenin ulusal sağlık politikasındaki eğrileri ve yanlışlarıdır.
Gelelim işin doğrularına: Bundan 65 yıl önce bile bu ülkede ciddi anlamda koruyucu sağlık hizmetleri alanında yüz güldüren, insanına değer veren bir anlayış vardı. İnsana verilen değerin izahı, ispatı ve açıklamasının özeti ise şöyleydi; Trakya'da, Marmara bölgesinin bir çok yerinde ve İzmir Torbalı- Selçuk mahallerinde ve civarında Entegrasyon bölgeleri seçilmiş, koruyucu hekimlik ve çevre sağlığı hizmetleri bazında full time çalışmaları başlatılmış, ayrıca tüm doğu ve güney doğu bölgelerinde iller, ilçeler ve köyler bazında sosyalizasyon uygulamaları başlatılmış, koruyucu sağlık hizmetleri halkın ayağına entegre edilerek WHO'nun programları çerçevesinde ARGE çalışmaları, köy köy envanter çalışmaları başlatılmış, kırsalda içme sularının, kanalizasyon ve septik alt yapılarının  denetim altına alınmış, planlama ve projeye esas modeller hazırlanarak geniş kapsamlı bir sağlık seferberliği başlatılarak yıllarca bu çalışmalara devam edilmiştir. Ayrıca okullarda öğrencilere, köylerde halk köy kahvelerine toplanarak çok alanlı aşılama çalışmaları başlatılmıştı. Devamında tedavi edici hekimlikte de 224 sayılı kanun çıkarılarak halkın hastanelerden parasız olarak yararlanmaları ve şifa bulmaları sağlanıyordu.
Ayrıca Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Ankara Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde sekiz on çeşit aşı, yılan ve akrep serumu üretilerek ülke insanımız, yakın ve Ortadoğu ülkeleri de bu çalışmalardan yararlandırıyorlardı. Özetle savaşlardan çıkmış yorgun ve fakir bir Türkiye o dar ve zor şartlarda bile hem koruyucu, çevre sağlığı hizmetlerinde hem de tedavi edici tababette dünya zirvesi yapmıştı. Yıllarda ben ülkemizin birçok hastanelerinde stajyer olarak çalıştığım dönemlerde hastanelere baş vuran hastalar sayısal anlamda bu günkü durumun binde oranında çok düşük sayılardaydı.
Ne oldu da yukarıda sayılan yanlışlara imza atar hale geldik. Öncelikle işimiz, Cumhuriyet döneminin tüm plan ve programlarını çöpe atmak oldu. Takiben insan yaşamında olmazsa olmaz noktasında bulunan; Ankara Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü başta olmak üzere ülkemizdeki tüm hıfzıssıhhaları kapattık. Ülkemizde sağlık müdürlüklerindeki ve belediyelerdeki çevre sağlığı unsurlarını dağıttık, Sağlık Bakanlığının sağlık alanıyla ilgili (koruyucu hekimlik, sanitasyon, gıda kontrolü vb.) hizmetleri Tarım Bakanlığına devrettik. Bu ve benzeri, daha birçok konuda ciddi yanlışlıklara sebebiyet vererek hastanelerimizi insan yığınlarıyla insan istifi haline getirdik. Sonuç olarak: Daha fazla gecikmeden Şapkamızı önümüze koyup derin düşünme zamanıdır.