Seçimler bitti. Korkular sardı hepimizi. Seçimlerin öncesinde çok konuşulmuş, TV ekranlarında üst perdeden dillendirilen zam psikozu nihayet karanlık yüzünü göstermeye başladı. 

Nitekim Merkez Bankasının hükümete deklare ettiği mektubun tercümesi cidden kan basıncımı değiştirdi. Zaten kördüğüm halindeki piyasa hareketleri ve enflasyon, hayat pahalılığı, kamuoyunun haklı ve ısrarlı taleplerin rağmen piyasaların olağanca başı boş bırakılarak halkın istismara, sektörel bazda sömürüldüğü, soyulup soğana döndürüldüğü, ekonomide ve paylaşımda eşit bölüşümün sağlanmadığı, özellikle işçilerin, emeklilerin, dar ve sabit gelirli kesimlerin adeta yokluğa, açlığa  mahkum edildiği noktalarında gün be gün yayınlanan haberler belli sınıflar için korkutucu ve ürkütücü olmuştur.

Konunun yalnızca bu kadarıyla sınırlı olmayacağı, petrol ürünleri ve enerji başta olmak üzere, tüm yaşam kaynakları üzerinden hareket edilerek her alanda vergilerin, her türlü ürün gruplarına yapılacak zamların karşılanmasında insanlarımızın harap ve bitap düşeceği konusunda da kesintisiz olarak yapılan yayınlar, hepimizin moralini sıfıra indirmiştir. Söz konusu yayınlar karşısında kamuoyunun hükümetimizden çok önemli bir beklentisi vardır.

Toplumun haleti ruhiyesine yerleşmiş böylesine korku ve endişelerin gereksiz ve yersiz olduğunu işaret eden, insanları teskin edici ve rahatlatıcı bir açıklama yapılmasıdır. Yani bugün itibarıyla, ülkemizde yayınlanan haber ve gazete manşetlerinde sergilenen haber ve yorumların yersiz olduğuna ilişkin, güven veren açıklamaları Sayın hükümetimizin ilgili makam ve masalarından bekliyoruz.
Ayrıca ekonomik dar boğazların yanı sıra, gün geçtikçe cadde ve sokak kavgalarının hız kesmeden devam ettiği, kadınlarımız başta olmak üzere, ateşli silahlarla, bıçak ve benzeri saldırma avadanlıklarla insanların yer ve mekân gözetilmeden fütursuzca öldürülüyor olmaları, vatandaşın can ve mal güvenliği açısından ciddi ve hayati birer tehdit vasıtası haline gelmiştir.

Devam edelim, bazı kaynakların deşifresine dayanılarak; ülkemizde 35 milyon ateşli silah bulunduğu, bunlardan 30 milyonunun ruhsatsız olduğu yayınlanmıştı. Hatta durum üzerine bakanlığa baş vurarak, 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında ülkemiz boyutunda silahların toplanmasına mahsus çok ciddi çalışmaların yapıldığından bahisle memleketimizde bir silah envanteri yapılarak bu vahim ve hazin manzaraların ters yüz edilebilmesinin mümkün olabileceğinden de söz etmiştik.

Yargının güvenirliği hakkında söylenenlerden fevkalade rahatsız olduğumuzu, şayet zikredilenlerin doğruluğu durumunda kamuoyunun talebi gereği yargıda reform yapılması hususu ayrıca dikkate alınmasıyla kamu yararının gözetilmesi kolaylaşacak denilmişti. Bir başka haber serüveni de şöyle idi; Ülkemizin yer altı ve yer üstüyle ilgili kaynakları yabancılara heba edilmesin. Bu milli kaynaklarımız üzerinde hukuk dışı girişimler, fizibil olmayan bir anlayış ve uygulamalarla ülkemizin çıkarına olmayan eylemlere fırsat verilmesin denilmişti. Anılan milli kaynaklarımızın, bilhassa siyanürle altın üretme yöntemlerine esas olarak 40 çeşit güçlü kimyasal asit kullanılarak topraklarımızın, yer altı ve yer üstü su kaynaklarımızın, devamında insanlarımızın zehirlenmeleri, coğrafyamızın delik deşik edilerek
telafisi mümkün olmayan bir vatan toprağı haline getirilmesi engellenmelidir denilmişti