Üniversite'de belki sınıf arkadaşlarımın bile pek anımsamayacağı bir anı, Avusturalya'dan yeni gelmiş Gülçin Hoca Yönetim Ekollerini anlatıyor.

--Kaynak kitaplardan örnekler verdikten sonra, "çocuklar, bu anlatacağım, henüz (o yıllar) makale aşamasında ama ben önemsiyorum dedi. HERKES KENDİ ÇEVRESİNDE DOĞAR, BÜYÜR, OKUR, İŞBULUR, EVLENİR, ÇALIŞIR VE Ö......!.".

--Haydii, sen Antalyalardan kalk gel, önüne kos koca bir engel koysunlar. Ben itiraz ediyorum. Bu durumları etkileyen etkenler ile. "Hocam, eğitimin, kişiliğin .....,..." hiç mi etkisi yok diye.

--Biraz da babasının adı olmamdan dolayı bana duygusal da davranan hocam, "İbrahim, dediklerin doğru, ama bu da geçek

--Özel bir tv kanalında yayınlanan bir dizinin reklamını, Reklam panosunda görünce hemen o ders ve hocam aklıma gelmişti.

--Uzun zamandır süren bu intihar vakıalarını görüp okuyunca, içim ezildi. Hoş herkes üzülmüştür amasize bir yaşanmışlığımı anlatayım da, sonra ne dersiniz bilemem.

--Bakın ben bir köy çocuğu idim. Ha hali vakti yerinde bir ailenin oğlu okusun, askerliğini yedek subay olarak yapsın ve bir de okumuş kız alsın diye okula gönderilmiştim.

--Açlık, çaresizlik nedir yaşamadım, ama çok iyi bilirim. Vicdanlı insanlar, olanları yaşamasalarda, vicdanları ile görür ve duyarlar.

--Ankara'da öğrenci iken rahmetli kardeşim/akrabam Mustafa Korkut ile birlikte aynı evde kalırdık iki kişi. Ama her neden ise, hem Mustafa'nın hem de benim yüzümüzün yumuşaklığından bizim evin kapısı "omuz ile açılır" ve hiç bir yatak, koltuk, somya boş kalmazdı.

--Hele hele Okul açılış, bayram dönüşleri neredeyse tek kişi uzanmak bile mümkün olmazdı. Değil mi Serik dolaylarından Hüseyin Balık Hocam.

--Bir şekilde Ankara'da kaldık, işe başladık. Sonra bir gün, Süleyman Sarıkara, Mehmet Günal, Erol Öcal gibi Antalyalılar Derneği'nin önceki başkanları ve ağabeylerim benden dernek başkanı olmamı istediler;

--Ben de her ilçeden bir ortalama temsil ile, Alanya'dan bu gün Dış İşleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, Finike-Kumluca'dan rahmetli Vali Veysel Dalmaz(Sevgili Bahadır Dalmaz ve Oğuzhan Dalmaz babaları), Manavgattan şimdiki başkan Hüseyin Sakarya ve isimlerini sayamayacağım bir ekip ile yönetime seçildik.

--Her ne kadar sayın Çavuşoğlu bir süre sonra "Ağabey, ben Amerika'ya gidiyorum" diyerek ayrıldı ise de, gönlü hep bizim ile oluştur.

--Derneğin belirli bir yeri yoktu. İlk iş olarak o zamanki Büyükşehir Belediye Başkanı Bekir Kumbul sayesinde Antalyalılar Evi'ni açtık.

--Buraya kadar olan her şey hani derler "hikaye" ama asıl öykü

--Bir çoğunu bilirsiniz ama yaşamak bam başka bir şeydir.

--Her şeyin değeri, her yerde farklıdır. Örnek, ayda bin lira köyde tasarruf edilebilir bir para miktarı iken, kasaba'da "eh işte", şehirlerde ise "çerez parası" bile olmaz.

--Antalya öyle Konyaltı, Lara, Side, Alanya-İncekum, Kemer sahilleri, otelleri, seraları, AVM ve Rezidanslarından ibaret bir yer değildir.

--Antalya, bir yıl canını dişine takıp çalışan, ucu ucuna geçinen işçi, köylü ve fukara insanlarında yaşadığı bir yerdir de!..

--Her yıl, işte bunlardan birilerinin oğlu-kızı Üniversiteyi kazanır ve büyük illere gelirler.

--Babaları/Anaları büyük bir mutluluk ile ceplerine bin, bin beşyüz lira koyar. Onlar için büyük paradır. Bir çoğu yaşadığı kasabada da öyle istese de çok para harcamamıştır;

--Geliri büyük şehre, yeni giysiler almak gerek, arkadaşları ile tanışmak, sosyalleşmek gerek; yurt parası, yol parası. Velhasıl her şey para olduğunu anladıkları gün, ceplerinde para bitmiştir.

--Başlar bir panik, tanıdık arar. Yoktur.

--Eş, dost akraba da hak getire, yok. Peki bir hemşehri.

--Bazıları birilerinden duyar, bizim oranın derneği "burs" veriyor diye. Eeee o zaman bu koskoca Antalya'nın da derneği yok mudur?

--Sorar bulur Antalyalılar Evi'ni.

--Gelir derdini ıkına sıkına anlatmaya çalışır. Eee yani bu çaresizlik de öyle boktan bir şey ki, hiç tanımadığın adama derdini anlatacaksın ve bana burs para bul diyeceksin.

--Bir şekilde, tekrarlanan olaylar olduğundan, yapacak bir şey yoktur. Sokaklar aç kurlar ile doludur, bu şekilde çaresiz Anadolu gençlerini avlamak için. Kolunu bir kaptırdın mı, yolun sonunu kimse kestiremez. Kurtulabilene de aşk olsun.

--Bizim öyle "zengin iş adamlarımız" mı var ki Antalya'da da burs versinler, hayır yapsınlar, öğrenci okutsunlar.

--Kaç kere VAKIF kuralım diye çabaladık ama nafile.

--Eee kapıya gelmiş çaresiz öğrenci. Seninde eninde sonunda bir bürokratsın. Başın belli kıçın belli.

--Ama çare yoktur, o kapıdan umutsuz çıkarılmaz "üç-beş" bir süreliğine bir çare bulunur ama nereye kadar.

--Sevgili arkadaşım Turgut Pınar'ın son paylaşımı durumu özetliyor: "Son "24 saatte;

1-İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel Ünli

2-Gazi Üniversitesi Tıp öğrencisi Nazlıcan

3-Binali Yıldırım Üniversitesi öğrencisi Mustafa Baysal

4-Üsküdar Belediyesi'nde işten çıkarılan Recep Kılınçarslan

İntihar eden 4 kişi daha artık bizimle aynı gemide değil. BASINDAN...

Her üç gençten biri işsiz, 40 milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşıyor."

 

Yazı uzadı, değil mi? Sorunlarda uzadı da, durum da.

--Bilgesu Erenus'un dizeleri gibi:

"Şefle iyi geçinsen de

Bugun için sevilsen de

Çikmaz bu yolu bir yere"