Öyle
kolay ATATÜRK olunmuyor ki.
--Dönem
Osmanlı dönemi; Enver Paşa da Sarayın en önemli Paşasıdır ve Mustafa Kemal ile
de pek anlaştıkları söylenemez.
--İstemesede,
Enver Paşa'nın müdahalesi ile 27 Ekim 1913'te Bulgaristan'ın başkenti Sofya'ya
askeri ataşe olarak atanır.
--Osmanlı
Devletinden 22 Eylül 1908'de bağımsızlığını ilan ederek ayrılan Bulgaristan
daha beş yıllık devlettir.
--Atatürk,
İstanbul'dan uzaklaştırıldığı için üzgündür.
--Devlet
yeni olsa da, Başkent Sofya köklü bir şehirdir. Diplomatik misyonun her sabah
kahvaltısını yaptığı bir pastanede Atatürk de kahvaltısını yapıp diplomatik
misyona(Elçiliğe) oradan gidermiş.
--Yine
böyle bir sabah, pastaneye sırtında torbası ile bir köylü girer ve bir masaya
oturup garsondan süt ve iki dilim kek ister.
--İşine
gidecek olan köylünün kıyafetlerini garson pek beğenmez ve servis
yapmayacağını, gitmesini ister. Köylü itiraz eder ama İtiraza sinirlenen diğer
garsonlarda gelir. Bunun üzerine sinirlenen köylü:
--"Senin
sattığın sütü ben üretiyorum, senin sattığın pasta, börek, çöreğin ununu ben
üretiyorum. Peynirini, yoğurdunu ben üretip veriyorum. Pastana koyduğun
meyveleri ben üretiyorum ve sen benim ürettiklerimi bana vermiyorsun öyle mi?
Hayır çıkmıyorum ve kahvaltımı burada yapacağım" der..
--Ortalık
birden sessizleşir ve garsonlar hemen Köylünün istediklerini masasına servis
ederler.
--Köylü
de kahvaltısı bittikten sonra, kahvaltı parasını masaya fırlatarak torbasını da
sırtına atıp çıkıp, gider.
--Mustafa
Kemal (Atatürk), olanları şaşkınlık ile yakından izler ve not defterine şu notu
düşer:
--
"Bir gün benim köylüm de bu köylü gibi olursa, MİLLET olduk
demektir."
--Prof.
Mahmut Esat BOZKURT, Tan Gazetesinde 10.11.1942'de yazdığı yazısında şu anısını
anlatır: "Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili
Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Ünaydın ve bir kişi daha
vardı.
--Atatürk,
ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut'la
Ruşen Eşref de not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, "Ne
dersin?" diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana
döndü ve dedi ki:
--"Bu
memleketin efendisi kimdir?"
Düşündüm.
Karşılığı o verdi:
--"Türk
köylüsüdür", dedi. Ve devam etti:
--"Türk
köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet
yükselmez!..."
--Ve
bir gün sonra TBMM'de kürsüde konuşurken,
"KÖYLÜ
MİLLETİN EFENDİSİDİR" sözleri dökülecekti dilinden.
--Cumhuriyet
Gazetesinin 25.07.1931 günkü baskısı: "Köylü, hepimizin velinimetimizdir.
Bu soylu unsurun refahını düşüneceğiz." manşeti ile çıkıyordu.
Konuyu
uzatmadan "Kısa kesip Ayadın Havası yapayım".
--Köyün
hikayesi, Jean-Jacques Rousseau'nun "Toplum Sözleşmesi"nde söz ettiği
gibi, "ilk çitin çekilmesi ile başlar.
--Çünkü,
yerleşik yaşamda ilk toplu yerleşim yeridir köy. Zamanla Köyler Kasaba,
Kasabalar Şehir, Şehirler de hızını alamayıp Şehir Devletleri, Şehir Devletleri
de Devletler oluo çıkar karşımıza.
--Tarihin
bir dönemine kadar insanlar Türk, Kürt, Alman, Fransız değil SARI, BEYAZ ve
SİYAH Irk'a mensup olarak doğmuşlardır.
--Nihal
Atsız'ın değimi ile “Türkler Sarı Moğol ırkından değil, beyaz Aryanî
ırkındandır.” Hatta Moğollar Türk değildir. Cengiz Han, Türk ve Moğollar
boylarına hükmederek Moğol İmparatorluğunu kurmuş ve yönetmiş bir Türk
Hükümdarı ve Komutanıdır.
--Türkiye
Cumhuriyetine gelince, gerçekten çok köklü bir Uluslaşma süreci yaşanmış ve
gerekli alt yapıları da sağlanmıştır.
--Hele
hele bir de 18.03.1924'de TBMM'nin çıkardığı 442 sayılı KÖY KANUNU var ki, aman
Allahım. Muhteşem.
--İlk
maddesi: "Nüfusu iki binden aşağı yurtlara (köy) ve nüfusu iki bin ile
yirmi bin arasında olanlara (kasaba) ve yirmi binden çok nüfusu olanlara
(şehir) denir. Nüfusu iki binden aşağı olsa dahi belediye teşkilatı mevcut olan
nahiye, kaza ve vilayet merkezleri kasaba itibar olunur. Ve Belediye Kanununa
tabidir."
--"Madde
15 – Köy işlerinin bir çoğu bütün köylü birleşerek imece ile yapılır.";
--"Madde
23 – Köyün imamı ile muallimi veya başmuallimi ihtiyar meclisinin her zaman
azasıdırlar"
--"Madde
30 – Karı, koca, ana, baba, kız, oğul, gelin, güvey ve kardeşlerin ihtiyar
meclisinde aza olarak bir arada bulunmaları yasaktır."
--Her
kültür, kendi yaşam biçimini ve buna bağlı olarak da yerleşim yer ve şeklini
kendi oluşturur.
--Kültür
deyince, Prof Dr Bozkurt Güvenç hocam Sosyal Antropolojiye giriş derslerinin
birinde tüm anfiye: "Kültür nedir, çok kültürlü, kültürsüz insan vb gibi
tanım ve söylemler hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sorunca, bütün anfi
dökülmüştü.
--Ve
o derste öğrenmiştim, aileden başlayarak bütün toplum kesimleri, kendi
kültürlerini kendisi oluşturur. Kültür yıllar içinde oluşan bir süreçtir.
İyisi, kötüsü, çoğu azı olmazmış. Ne ise oymuş!..
--Bugün
gelinen noktada artık yerleşim yerlerine göre "şehirli, köylü,
kasabalı" gibi tanımlar göreceli hale gelmiştir. Hatta sadece oturum
dışındaki kültür vb anlamlarını kaybetmiştir.
--Köyde
kadın erkek üretimin içinde yer alıp, birlikte çalışıp üretiken daha üretken ve
daha özgür iken, şehirlerin gecekondu mahallelerinde ve varoşlarında
oluşturulan kimlik ve kişiliğini yitirmiş bir çok topluluklar yaratılmıştır.
--Köylerde
kadın-erkek bir aile olarak üretimin içinde yer alırken, daha çağdaş ve özgür
bir yaşam ve kültür sergilerlerken, Şehirler ise, yönetim erkinin merkezi
olarak odaklandığı, daha çok yönetim ve hizmet alanlarında çalışan, yaşayan
insan topluluklarını görürüz
--Köy
ve Şehir arasında en şanssız kesim ise kasabalardır. Ne üretkenlikler vardır ne
de yönetim ve hizmet alanlarda bağımsız, karar verici durumları. Onlar, ancak
toplumsal bu iki kesim arasında geçişi sağlamakla yaşam bulurlar. O yüzden de
toplumların en tutucu kesimleridir. Statülerini korumak için muhafazakar bir
tavır sergilerler.
--Feodal
üretim biçiminden Kapitalist üretim biçimi ve yaşam tarzına geçince, artık köy,
kasaba ve şehir, ya da köylü, kasabalı, şehirli gibi kavramların pek bir anlamı
kalmamıştır.
--Özellikle
de 24 Ocak 1980 EKONOMİK İSTİKRAR TEDBİRLERİ İle Türkiye Ekonomisin yönü Üretim
öncelikli iken, bu kararlar ve sonrası alınan ekonomik, siyasi kararlar ile
Türkiye ekonomisi HİZMET SEKTÖRÜne yönelmiştir. Bu kararlar ile Köyden Kente
göç hizmet sektörüne ucuz iş gücü sağlamak amaçlı teşvik edilmiştir.
--BU
gün gelinen noktada ve yaşanan süreçlerde, ekonominin tıkanması, çarşı-pazarlarda
istikrarsız fiyatlar ve ürünler ile ekonominin ve halkın başı dönmektedir.
--Türkiye
Cumhuriyeti 1923 yılında kurulduğunda ülke nüfusu yaklaşık 13,5 milyondu. 1927
yılında yapılan ilk nüfus sayımının sonucuna göre de 13.648.000. Toplam nüfusun
yalnızca %24,2’si yani dörtte bir, nüfusu on bini aşan yerleşim bölgelerinde
yaşıyordu.
--2019
yıl sonu nüfusun %92,8 şehirlerde, %7.2'si de Belde ve Köylerde yaşıyor.
--Dolayısı
ile artık köy, kasaba, şehir gibi kavramlar bilinen anlamlarını kaybetti,
Köyler ve kırsal kesim üretimden gittikçe uzaklaşıyor ve özellikle sahil
kıyıları ile şehirlerin yakınlarında köyler ise, şehir rantlarına kurban
edilerek, yepyeni bir kültür ve ekonomik sistemin yaratıldı.
--Halkımız
da bunu kendi oylarıla seçtiği için bize de "hayırlı olsun" demekten
öte bir şey kalmaz.
--Yeniler
tanımaz, bilmez de kulakların çınlasın Hakkı Bulut, sen hala "BEN KÖYLÜYÜM
ARKADAŞ/SEVGİLİM" diye şarkını söylüyor musun
--Sizce?