Böyle Kitap Adı Olmaz!
Hz.
Mevlânâ’nın “Mesnevî” olarak bilinen kitabının gerçek adının “Fıkh-ı Ekber” ya
da “Usûl-i Dîn” olarak bizzat bu kitabın başındaki Arapça kısımda açıkça
kaydedilmiş olduğunu hatırlatan Demirli, “Bu isimlendirmeyi yerli yerince
tesbit edemezsek bu kitabı anlayamayız. Kitabın adının geçtiği Arapça kısım
yanlış tercüme edilmiş ve bu yanlışlık ilk çevirilerden itibaren hep tekrar
edilegelmiştir. Esasında Mesnevî, edebî bir türün, bir yazım tarzının adıdır ve
hiçbir esere müstakil ad olamaz. Mevlânâ’nın “Fîhi Mâ Fîh” adıyla bilinen eseri
de öyledir; böyle kitap adı olmaz. Bu da aslında “el-Kâmil” türü bir eserdir ve
insan için gerekli bütün bilgiler bu kitapta var demektir” dedi.
Hz.
Mevlânâ’nın Mesnevî olarak bilinen Fıkh-ı Ekber adlı kitabının, insanın
cennetten yeryüzüne indirilişini, bu dünyadaki hayat hikâyesini ve tekrar
gideceği yer olan âhiret yurdunu anlattığını belirten Prof. Dr. Ekrem Demirli,
Mevlânâ’nın bunu hikâyeler ve metaforlarla tasvir ettiğini dile getirdi.
Tasavvuf mûsikîsinin en bilinen enstrümanı olan neyin bu kitabın hemen başında
Hz. Mevlânâ’nın kullandığı ilk metafor olduğuna dikkat çeken Demirli sözlerine
“Neyin hikâyesine göre insan bir meçhulden gelmemiştir ve bir bilinmezliğe de gitmeyecektir.
Kamışlıktan koparılmış bir ney gibi, bilinen bir varlık olan Allah’tan
gelmiştir ve yine O’na döndürülecektir. Esasında çevremizdeki her varlık, tıpkı
ney gibi bize hep Allah’ı ve asıl yurdumuzu hatırlatır. Neyin hikâyesi, asıl
yurttan koparılışı, ayrılışı ve yeniden oraya dönüş özlemini anlatır” şeklinde devam
etti.
İnsanlar Geçmişi Yaşıyor
Bu kavuşma özleminin ya dünyayı insan için bir cennete dönüştüreceğini ya da dünyaya hiç bağlanmama sonucunu doğuracağını ifade eden Demirli, her iki halde de insanlar arasındaki bütün tartışmaların, kavgaların, çıkar çatışmalarının, çekememezliklerin son bulacağını belirtti. Aslında insanların bugünü değil hep dünü, geçmişi yaşadıkları için, eski yaşanmışlıklara takılıp kaldıklarından dolayı birbirleriyle anlaşamadıklarına dikkat çeken Demirli, Hz. Mevlânâ’nın ise insanın hedefini gelip geçici olandan alıp, hep sonsuza dek kalıcı olana ustalıkla yönlendirdiğini anlattı.
Mevlânâ Tam Olarak Anlaşılmadı
Hz.
Mevlânâ’nın kendi yaşadığı dönemde gereği gibi ve tam olarak anlaşılamadığından
yakınan Prof. Dr. Demirli, sözlerini şöyle tamamladı: “Belki bugün de öyledir;
ama bugün Mevlânâ ve eserleri, onun döneminden daha iyi anlaşılabilir. Çünkü bu
devrin imkânları onu daha rahat anlamamızı sağlamaktadır. Aslında bugün her
belde kendi Mevlânâ’sını tanımalı ve anlamaya çalışmalıdır. Meselâ Ankaralılar
Hacı Bayram-ı Velî’yi, Çanakkaleliler Ahmed-i Bîcân ve Muhammed-i Bîcân’ı,
Antalyalılar Elmalılı Vâhib-i Ümmî’yi, Sinân-ı Ümmî’yi tanımalıdır. İşte o
zaman bir anlamda Hz. Mevlânâ’yı daha iyi anlamış oluruz. Çünkü bu zâtlar hep
aynı hakîkati, kendi topraklarının diliyle anlatırlar.”
Öğr. Gör. Fatma YİĞİT AÇIKGÖZ
Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü
İletişim İçin
Abdullah Çelik
Tel: 0 242 310 21 38
E-mail: [email protected]