Siyaset arkadaşım, Meslektaşım
Malik Günal’ı 19.01.2005 tarihinde toprağa vermiştik. Ömrünü siyasal yaşamda
halkının daha insanca, gönenç içinde, mutluluk içinde geçirmesi için vermiş
insanları ne çabuk unutuyoruz. Malik Günal için Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit
Uysal’ın adını bir parka vererek ölümsüzleştirmesi dışında hiçbir vefa örneği
görmedim…
Malik Günal’ın ölümünden sonra
demiştim ki; “ Ağla Antalya, en fedakâr evladını kaybettin. Ağla Türkiye,
kendisi için değil, halk için siyaset yapan bir yüce insanını daha toprağa
verdin. Ağlayın işçiler, yoksullar, gecekondulular, evsizler, açlık sınırında
yaşayanlar, sizin için mücadele eden bir dostunuzu kaybettiniz. Ama siz
ağlamayın, sevinin; Antalya’nın bir beton ve taş yığınına dönmesine yol açanlar!
Siz ağlamayın demokrasi cellatları, siz ağlamayın,“ Bu adam o kadar namuslu ki
Belediye Başkanı olursa, en ufak yolsuzluğumuza göz yummaz “ diyenler. Siz
ağlamayın; 1989 yerel seçimlerinde, partinin en üst kadrolarında yer aldıkları
halde, ön seçimde bileğinin hakkıyla aday olmuş Malik Günal’ ın, önünü kesmek
için adayken, siyaseten kellesini vuranlar!
Avukat Malik Günal ile 1973
seçimleri öncesinde, Selahattin Tonguç’ un en iyi aday olduğu konusunda karar
vererek ön seçimde destekledik. Az bir oy farkıyla seçimi kazanan Selahattin
Tonguç’ un, bazı bahanelerle adaylığını iptal etmek isteyen İl Yönetimine karşı
çıktık. Birlikte Ankara’ya CHP Genel Merkezine gittik. Oradan, Parti Müfettişi
Adana Senatörü (o zamanlar Cumhuriyet Senatosu vardı, böyle yangından mal
kaçırır gibi yasa çıkmazdı ) Muslihittin Yılmaz Mete ile birlikte Antalya’ya
geldik. İl Yönetiminin seçimi iptal için aldığı kararın, imzalanmamış olması
nedeniyle, geçerli olmadığı kanıtlanınca Selahattin Tonguç aday oldu. O zaman
Genel Sekreter olan Orhan Eyüboğlu; daha 25 - 29 yaşlarında olduğumuz halde
seçimi kazanacağımıza inanarak ön seçimi iptal etmedi. Bir de rahmetli Dr. Esat
Uluhan’ın kendisine o karışıklıkta, ön seçimin tarafları olan Selahattin Tonguç
ile Hamit Günal dışında üçüncü aday olması konusunda gelen teklifi “ ortada
yapılmış bir ön seçim varken buna aykırı bir teklifi kabul edemem “ diyerek
reddetmesini unutamıyorum.
Malik Günal 1976 yılında CHP İl
Yönetim Kurulu üyesi seçildi. On beş kişilik yönetimin yarısından çoğunu büyük
işyerlerinden gelen işçiler oluşturuyordu. Aydınlar daha azdı. Ancak, son
derece inançlı bir kadroyduk. Malik, bu kadronun beyniydi. Ben de CHP İl
Başkanı olarak belki kalbiydim. Birlikte, Antalya’daki tüm işyerlerinde
sendikal hareketlere destek olduk. DİSK’ in yerel yöneticileriyle büyük bir
dayanışma içindeydik. 1977 yerel seçimleri geldi. 1973 yılında bir bağımsız
aday, sağ kesimin oylarını böldüğünden biz aradan sıyrılarak seçim kazanmıştık.
Oysa 1977 seçimlerinde, bir yanda sağ kesimin adayı, diğer yanda sol kesim
olarak bizim adayımız Selahattin Tonguç vardı. İşimiz zordu. Ancak, seçimi
kazandık. Malik Günal Belediye Meclisi üyesi seçildi, daha sonra Belediye
Meclisinde yapılan seçimde Belediye Başkan vekili oldu. Bu sırada CHP hükümeti
kurulmuştu. Antbirlik Genel Müdürlüğü’ne bir kişinin tayini gerekiyordu. Durumu
görüştük. Partinin bütün ilçe başkanları, İl yönetimi ve Başkanı (yani ben) ve
o zamanki milletvekilleri Malik Günal ismi üzerinde birleştiler. O sırada henüz
yeni başlamış olan Deniz Baykal – Bülent Ecevit çekişmesine rağmen, Genel
Merkezin örgüte olan saygısı nedeniyle biraz da zorlamayla Malik Günal
Antbirlik Genel Müdürlüğüne getirildi.
Antbirlik’te o güne kadar, küçük
üreticilere yüklenmiş olan yükler kaldırıldı. Büyük üretici olup, büyük
borçları bulunan ancak üzerine gidilemeyenlerden Antbirlik’in alacakları tahsil
edildi. Aksu İplik Fabrikasının yedek parçaları, bütün zorluklar aşılarak, o
zamanlar kaçak sayılan bavul ticareti yoluyla getirtilerek belirli bir kalite
sağlandı. İhracatı arttı. Depolardaki bütün iplikler pazarlanarak Antbirlik
gerçek bir üretici birlik haline getirildi. Döviz kıtlığı çekildiğinden, tamamı
pamuk yada iplik olarak ödenmek üzere; Aksu İplik Fabrikasına ek olarak boya,
apre ve hazır giyim fabrikalarının kuruluşu için, Ruslarla gereken görüşmeleri
yaptı. Mutabakatı sağladı. Ancak, yatırımlar konusunda Bülent Ecevit’in
“pırlanta bürokratı” olan merkez birliğinin genel müdürünün oluru alınamadı. Bu
nedenle Antalya bu üç fabrikadan mahrum kaldı.
Malik Günal, yurtsever bir
insandı. Emperyalizme karşıydı. Bu nedenle yabancılarla iş yaparken halkımızın
çıkarlarını en önde tutuyordu. Dünyanın en namuslu insanı olduğundan kendisine
teklif edilen rüşvetlere asla tenezzül etmedi. Anasının ak sütü gibi bir
insandı. Dört çocuğunun ve karısının boğazından bir haram lokma geçmemiştir.
Yıllarca geçim sıkıntısı çekti. 1996 yılında sağlığı bozulduğunda, tedavisi
için harcayacak parası yoktu. Ticaret Bakanlığına bağlı bir memur olarak
Ticaret Borsasında çalışırken, o zamanki Ticaret Bakanlığı yöneticilerinin
partizan tutumlarıyla, Ankara’da tedavideyken işe devam etmediği gerekçesiyle
“müstafi” sayıldı. İşine son verildi. Bunun üzerine emekliliğini istedi.
Bakanlıktan “emekli olamazsın” diye yanıt geldi. Bu iki işlemin iptali için
dava açtık. Kazandık. Bu sırada Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne başvurduk.
Daha önce Karayolları Antalya Bölge Müdürlüğünde ve Ankara Hukuk Fakültesinde
okuduğu sırada, memur olarak yaptığı çalışmaların toplanmasıyla Emekli
Sandığından emekli olabildi. Ancak bu kez, Emekli Sandığı, kendisinin Genel
Müdürlüğünü tanımadı. Bir Bakanın ataması ve Başbakanın onayı ile tayin
edildiği halde; “ Sigortalı çalıştığı” gerekçesiyle bu hakkı verilmedi. Bu
konuda da dava açtık. Dosyası Danıştay’da bulunuyor...
Malik Günal yiğit bir insandı.
Herkesin hatasını, yüzüne karşı söylemekten çekinmezdi. En yakın arkadaşları
bile dürüstlüğe aykırı davransa affetmezdi. Ancak bu sert görünüşünün altında,
çok duygulu bir yanı vardı. Sert tavrı nedeniyle kendisine kırılan
arkadaşlarının arkasından büyük ıstırap çektiğini biliyorum. Ancak, inatçılığı yüzünden,
asla özür dilemezdi.
Hoşça kal sevgili dostum Malik
Günal, Halkımız seni unutmayacaktır. Senin kısacık ve sıkıntılı yaşamında
geriye bıraktığın; “emekten yana, emperyalizme karşı, yoksul halkın yanında
olmak” ve “dürüstlük, yiğitlik, mertlik” , gibi
unutulmaya yüz tutmuş kavramlardan oluşan mirasın, dünyanın en büyük serveti
olarak çocuklarına kaldı.
Hoşça kal sevgili dostum;
Seni, 1972 yılında, bir Fransız Ressamıyla(George İovino), 1789 Fransız
ihtilalini kırık dökük Fransızcamızla, kırmızı şarap eşliğinde tartışırken
anımsıyorum. Nasıl şaşırmıştı senin Fransa hakkındaki bilgilerine!
Seni , sanki bir yasa dışı
partinin üyesiymişsin gibi sokakta tartaklayan, kadın kollarına saldıran
polislere karşı koyarken anımsıyorum 1974 yıllarında..
Seni, Kalkan – Kınık
yöresinde, silahlı saldırılar
karşısında, Vali Nihat Oğuz Bor’ un emriyle, yanına verilmiş bir manga askerle,
güvenlik tedbirleri alırken anımsıyorum..
Seni, cezaevinde, tek suçu 1973
seçimlerinde; Kenan Evren’in hocası olan E.Tümgeneral Nuri Teomanpaşa’ yı
yenmekten ibaret olan, bir tutuklu olarak anımsıyorum(çünkü birlikte
yattık).Nasıl da sahte belgelerle şikâyet etmişti Sıkıyönetim Komutanlığına
defalarca !..
Seni birlikte kafaları çekip bir
sandalda Konyaaltı Sahilinde, Avukat Mehmet Soytaş ile birlikte klasik Türk
Müziğinin güzel şarkılarını söylerken anımsıyorum..
Seni terörün dalga, dalga yaktığı
Elmalı’da yapmaya çalıştığımız mitinge gelen konvoyun başında görüyorum.
Kilometrelerce asfalttan çivi toplayarak yetiştiğiniz, yasal mitingimizi bize
yaptırmayan belediye başkanına karşı verdiğimiz mücadelede yan yanaydık..
Seni, bütün CHP’lilerin
yakılmış-yıkılmış işyerleri ve evlerinden sonra, abluka altına alınmış Serik
CHP İlçe
binasında görüyorum..
Seni, kentimizde alevi kıyımı
için düzenlenen planı önlemek ve sonraki gün yapılacak kışkırtmayı haber vermek
üzere, geceler boyu yaptığımız ev toplantılarında görür gibiyim..
Bir tüzük kurultayından sonra,
Deniz Baykal konusunda tartışmıştık. Sert sözler söylemiştin (ne kadar haklı
çıktın). Üzülmüştüm, kırılmıştım. Uzun zaman görüşmedik. Hastalığında da birkaç
kez gelebildim ancak. Seni o çaresiz durumda görmeye dayanamıyordum. Ama
ölümünden iki saat önce geldiğimde, zor anlaşılır sesinle , “nerede kaldın ?”
diye sorduğunda haklıydın. Nerede kalmıştım, ya eski dostlar nerelerdeydi?
Yıllardır kapını çalmayan, senin sırtında yükselen eski dostlar neredeydi?
Sana, otuz yılı aşan
arkadaşlığımız süresinde var ise bütün hakkım, ananın ak sütü gibi helal olsun! Can Yücel’in Deniz Gezmiş’e dediği gibi “
Acıyorsam sana, anam avradım olsun. Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun! “...