--Konu ANA olunca, kafamın içine gömülen iki kişinin sözleri kafamın içinde savruldu ve farkındalığımı paylaşmak istedim.
--Hoş, Annem yaşıyor, sıkıntılı koronavirüslü günlerin bir bölümünü Antalya merkez'de geçirdikten sonra, en sonunda Babam ile arabalarına bindikleri gibi, Korkuteli'ye, oradan da ihtyaçlarını gördükleri gibi ver elini evlerine, Köye gittiler. Sağlıkları yerinde. Uzaklarda olsak da varlıkları bize, bizimkisi de onlara yaşam kaynağı oluyor.
--Yıllar önce okumuştum Atilla İlhan'dan: ""...insan annesi ölünce anlar/ içindeki çocuğun/ hiç ölmeyeceğini/ aklına geldikçe kahrolur
bunu anlamakta/ neden/ bu kadar geciktiğini..." diyen dizelerini.
--Tamam Atilla İlhan şair idi; duygusaldır, pişmanlık kokan bu dizeler de onun için olağandır.
--Geçenlerde, "Ben kelime olarak biliyorum öldü. Yok. Ama hep içim de misafirliğe gitti bir gün gelecek. İki gün sonra gelecek diye bakıyorum. 3-4-5 gün geçti bakıyorum gelmedi. Ve bir gün dedim ki, Annemi bir daha göremeyeceğim. Enteresan bir şekilde, çocuk aklım ile şuna karar vermiştim. ANNEN YOK. KİMSEN YOK." diyen, O herkesi ağzına bakıtan koskoca Hoca, Doğan Cücenoğlu'nun çocuk gibi dudaklarını büzüp, yüzünü gerip ve ağlaya ağlaya "ve böyle bir karar verdiğimi yıllar sonra anladım. ANNEN YOK, KİMSEN YOK!.." dediğini duyunca, içim bir kez daha "cızzz etti".
--Sonra çöplüklere, cami avlularına, market köşelerine doğrunlarca bırakılan, onları oralardan alıp evlet, yavru, can deyip yaralarını yürekleri ile sarıp CAN edinen insanlar, ANALAR geldi gözlerimin önüne.
--TV'lerde dizi haline gelen bazı proğramlarında kanal arar iken gördüğüm ev-len-miş, doğur-muş, çocuğunu evinde bırakıp bir başkasına kaçan kadınları görüp, onları bağrına basan Anannne, Babaanne, Teyze, Hala, Cicianne, Analıklar ile birlikte, hiç bir kan bağı olmadan koruyan ve kollayan insanları görünce, ANA kavramının tarihi gözlerimin önünden bir şerit gibi geçti.
--Gerçekten çok garip bir süreçten gelir şu insanoğlu.
--Taaa ilk çağlarda, ilkel toplumlarda Kadın da vardır, Erkek de. Ama ev yok, bark yok, pişen yemek-aş yok, ama toplanıp ortaya yığılan, mağara kovularına depolanan yiyecekler vardır
--Ve bir de Canılıların güvende olduklarında doğaları gereği, kendi nesillerini/soylarını sürdürme doğurma, çoğalma içgüdüleri vardır.
--Bu görev de İnsan'ın Kadın Cinsine düşmüştür.
--Buna da, en güçlü dölü alacağı erkek cinsinden birini seçmek ile başlar. O zamanlar, henüz eczaneler açılıp, kadın doğum uzmanlığı olmadığı için, işi şansa bırakmayıp, birden fazla karşı cinsden döl alarak doğruma işini güvence altına alır.
--Elbette ki bir den fazla erkek süreci sadece doğuracağı çocuğun doğumu için değil, yaşaması, korunması ve beslenip büyütülmesi içinde gerekti. O yüzden erkeklerin döl vererek doğan çocuk da, o topluluk erkeklerinin çocuğu sayılmaktadır.
--Bu süreç, ilkel komünal avcı toplayıcı dönemden, köleci toplum dönemlerine kadar Kadının dominant oluşu ile sürmüştür.
--Toplanan besinlerin artması, ilk çitin çekilip özel mülkiyetin gelişmesi ile, mülkiyeti koruma görevi olan erkeğin toplumsal pozisyonu değişir ve Anaerkil toplumdan, Baberkil topluma geçilir.
--Kapitalizmin kendini tekrar etmeye başladığı ve sömürünün en acımazsız yaşandığı bu günlerde ise aile, anne, baba gibi kavramlar yavaş yavaş aşınmaya başlasa da, daha iyi bi seçenek oluşmuş ve gelişmiş değildir.
--Kadının ANALIK görevi sadece doğurması ile oluşan bir süreç değil; toplumsal, ahlaksal ve eğitiminden de kaynaklanan kişisel-duygusal bir yönü de vardır.
--Evlilik ve aile kurumlarının toplumsal iş bölümünden de kaynaklanan durumlardan dolayı farklı bir boyuta taşındığı günümüzde;
--Kadınlar, kendi ekonomik ve sosyal konumlarına bağlı olarak kadın olmanın sorumluluğunun yanında ANALIK görev ve sorumluluğunu da toplumsal bir rol olarak üstlenmekte;
--Kan bağı olmayan anne-çocuk ikilemini sevgi-saygı bağlamında yerine getirmektedir.
--Bu yüzden, her ne kadar kapitalist tüketim sisteminin dayattığı günlerden birisi olan ANNELER GÜNÜNÜ, toplumsal tüketim çılgınlığının ötesinde, toplumsal bir boyutu ve Anne'nin durumu ve konumunu açıdandan paylaşmak istedim.
--Tabi, Annenin yaşamdaki yerini görmeyenlere de, Atilla İlhan ve Doğan Cücenoğlu'ndan iki kelam ettim.
--ANNELİĞİ YÜREĞİNDE YAŞAYAN ve TAŞIYAN BÜTÜN KADINLARIN ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN!..ANNELER GÜNÜNDE ANA OLMAK
--Konu ANA olunca, kafamın içine gömülen iki kişinin sözleri kafamın içinde savruldu ve farkındalığımı paylaşmak istedim.
--Hoş, Annem yaşıyor, sıkıntılı koronavirüslü günlerin bir bölümünü Antalya merkez'de geçirdikten sonra, en sonunda Babam ile arabalarına bindikleri gibi, Korkuteli'ye, oradan da ihtyaçlarını gördükleri gibi ver elini evlerine, Köye gittiler. Sağlıkları yerinde. Uzaklarda olsak da varlıkları bize, bizimkisi de onlara yaşam kaynağı oluyor.
--Yıllar önce okumuştum Atilla İlhandan: ""...insan annesi ölünce anlar/ içindeki çocuğun/ hiç ölmeyeceğini/ aklına geldikçe kahrolur
bunu anlamakta/ neden/ bu kadar geciktiğini..." diyen dizelerini.
--Tamam Atilla İlhan şair idi; duygusaldır, pişmanlık kokan bu dizeler de onun için olağandır.
--Geçenlerde, "Ben kelime olarak biliyorum öldü. Yok. Ama hep içim de misafirliğe gitti bir gün gelecek. İki gün sonra gelecek diye bakıyorum. 3-4-5 gün geçti bakıyorum gelmedi. Ve bir gün dedim ki, Annemi bir daha göremeyeceğim. Enteresan bir şekilde, çocuk aklım ile şuna karar vermiştim. ANNEN YOK. KİMSEN YOK." diyen, O herkesi ağzına bakıtan koskoca Hoca, Doğan Cücenoğlu'nun çocuk gibi dudaklarını büzüp, yüzünü gerip ve ağlaya ağlaya "ve böyle bir karar verdiğimi yıllar sonra anladım. ANNEN YOK, KİMSEN YOK!.." dediğini duyunca, içim bir kez daha "cızzz etti".
--Sonra çöplüklere, cami avlularına, market köşelerine doğrunlarca bırakılan, onları oralardan alıp evlet, yavru, can deyip yaralarını yürekleri ile sarıp CAN edinen insanlar, ANALAR geldi gözlerimin önüne.
--TV'lerde dizi haline gelen bazı proğramlarında kanal arar iken gördüğüm ev-len-miş, doğur-muş, çocuğunu evinde bırakıp bir başkasına kaçan kadınları görüp, onları bağrına basan Anannne, Babaanne, Teyze, Hala, Cicianne, Analıklar ile birlikte, hiç bir kan bağı olmadan koruyan ve kollayan insanları görünce, ANA kavramının tarihi gözlerimin önünden bir şerit gibi geçti.
--Gerçekten çok garip bir süreçten gelir şu insanoğlu.
--Taaa ilk çağlarda, ilkel toplumlarda Kadın da vardır, Erkek de. Ama ev yok, bark yok, pişen yemek-aş yok, ama toplanıp ortaya yığılan, mağara kovularına depolanan yiyecekler vardır
--Ve bir de Canılıların güvende olduklarında doğaları gereği, kendi nesillerini/soylarını sürdürme doğurma, çoğalma içgüdüleri vardır.
--Bu görev de İnsan'ın Kadın Cinsine düşmüştür.
--Buna da, en güçlü dölü alacağı erkek cinsinden birini seçmek ile başlar. O zamanlar, henüz eczaneler açılıp, kadın doğum uzmanlığı olmadığı için, işi şansa bırakmayıp, birden fazla karşı cinsden döl alarak doğruma işini güvence altına alır.
--Elbette ki bir den fazla erkek süreci sadece doğuracağı çocuğun doğumu için değil, yaşaması, korunması ve beslenip büyütülmesi içinde gerekti. O yüzden erkeklerin döl vererek doğan çocuk da, o topluluk erkeklerinin çocuğu sayılmaktadır.
--Bu süreç, ilkel komünal avcı toplayıcı dönemden, köleci toplum dönemlerine kadar Kadının dominant oluşu ile sürmüştür.
--Toplanan besinlerin artması, ilk çitin çekilip özel mülkiyetin gelişmesi ile, mülkiyeti koruma görevi olan erkeğin toplumsal pozisyonu değişir ve Anaerkil toplumdan, Baberkil topluma geçilir.
--Kapitalizmin kendini tekrar etmeye başladığı ve sömürünün en acımazsız yaşandığı bu günlerde ise aile, anne, baba gibi kavramlar yavaş yavaş aşınmaya başlasa da, daha iyi bi seçenek oluşmuş ve gelişmiş değildir.
--Kadının ANALIK görevi sadece doğurması ile oluşan bir süreç değil; toplumsal, ahlaksal ve eğitiminden de kaynaklanan kişisel-duygusal bir yönü de vardır.
--Evlilik ve aile kurumlarının toplumsal iş bölümünden de kaynaklanan durumlardan dolayı farklı bir boyuta taşındığı günümüzde;
--Kadınlar, kendi ekonomik ve sosyal konumlarına bağlı olarak kadın olmanın sorumluluğunun yanında ANALIK görev ve sorumluluğunu da toplumsal bir rol olarak üstlenmekte;
--Kan bağı olmayan anne-çocuk ikilemini sevgi-saygı bağlamında yerine getirmektedir.
--Bu yüzden, her ne kadar kapitalist tüketim sisteminin dayattığı günlerden birisi olan ANNELER GÜNÜNÜ, toplumsal tüketim çılgınlığının ötesinde, toplumsal bir boyutu ve Anne'nin durumu ve konumunu açıdandan paylaşmak istedim.
--Tabi, Annenin yaşamdaki yerini görmeyenlere de, Atilla İlhan ve Doğan Cücenoğlu'ndan iki kelam ettim.
--ANNELİĞİ YÜREĞİNDE YAŞAYAN ve TAŞIYAN BÜTÜN KADINLARIN ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN!..