Ne zaman Deniz Baykal’ın Youtube’de yayınlanan “Adam olmak” şiirini kendi sesinden dinlesem O’nun yaşamını ne kadar iyi ifade ettiğini görürüm. O’nun koltuğuna aday olan, muhalif olan pek çok ismin CHP saflarından nasıl savrulduğunu belgeleriyle burada uzun uzun yazmayacağım. Kendisine her türlü iftiraların atılmasına rağmen Sayın Baykal, “Ben CHP üyesi olarak öleceğim” dedi, öyle de yaptı.

Vatansever duruşundan taviz vermeyen Baykal hakkında belli güç merkezlerinin emrindeki kişiler tarafından çok sayıda iftira, yalan yanlış bilgi ve algı yaratıldı. Buna en büyük örnek de “Recep Tayyip Erdoğan’ı başımıza bela eden adam” uydurması. 2002 Sürecinde CHP Muratpaşa Belde Başkanı idim. O süreci en iyi yaşayanlardanım. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan, Ziya Gökalp’in “Asker duası” şiirini okuduğu için 26 Mart 1999’da dört ay on gün hapiste yattı. ABD Büyükelçileri vasıtasıyla Erdoğan’dan mit yaratılıyordu. Erdoğan, ABD ziyaretlerinde devlet yöneticisi vasfı varmış gibi temaslar kuruyordu. 14 Ağustos 2001 tarihinde AKP’yi kurdu. Siyasi Partiler Kanunu 8. maddesinde;  parti kurucular kurulunun adli sicil kaydı olmaması gerektiği belirtiğinden Anayasa Mahkemesi Erdoğan’ın AKP Kurucular Kurulu Üyesi olamayacağı hakkında karar almasına rağmen AKP Genel Başkanı olamaması hakkında net bir karar alamadan, Erdoğan AKP Genel Başkanı olarak 3 Kasım 2002 seçimlerine girdi. Erdoğan, MHP ve merkez sağdan güçlü transferler yapmıştı. Sonra da bunlardan bazıları 1. kabinesinde bakan oldu. Kasım seçimlerinde DYP, ANAP, MHP çok az oy farkıyla baraj altında kaldı. Bu baraj altı kalışlara Genç Parti’nin aldığı yüzde 7.5 oy da etkili oldu. O seçimde AKP aldığı yüzde 36 oy ile 364 milletvekilliği çıkarmıştı. 10 Civarında bağımsız milletvekili vardı. Yani AKP yanına alacağı 3 milletvekili ile referandumsuz istediği Anayasa değişikliğini yapacak sayıyı elde etmişti. CHP ise 1994 yılında tekrar açılması sonucunda yüzde 4 ile başladığı yolculuğu yüzde 20 ile sonuçlandırmıştı.

Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde birçok dava açılmıştı. Bunlardan en önemlisi dönemin CHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bölük’ün akbil bilet sisteminde kalpazanlık yapıldığı savıyla yapılan suç duyurusuna istinaden açılan dava idi. Bu dava çeşitli, olağan dışı ve garip nedenlerle uzadı. AKP iktidarında davanın sonuçlanmasını isteyen hakim ve savcılar cezalandırılırken davayı uzatan, karar almasını engelleyen hakim ve savcılar yüksek makamlara getirildi. Eğer bu dava zamanında sonuçlanabilseydi Erdoğan’ın milletvekilliği söz konusu olmayabilirdi. Sonraki tarihlerde Mehmet Bölük garip bir trafik kazasında vefat etti.

Sürece geri dönecek olursak AKP tek başına güçlü sayısal destekle Hükümeti kurdu. Abdullah Gül Başbakan oldu. AKP Erdoğan’ın seçilmesine engel Anayasa maddelerinde değişiklik önerisi teklifini getirdi. Baykal, “Genel Başkan olmasına engel görülmeyen bir kişi seçime girip ezici bir çoğunlukla oy almışsa Milli Eğitim müfredatında bulunan bir şiiri okuduğu için milletvekili olmasının önünde engel olmamalıdır” demişti.

Peki en kritik soru şu; “CHP ve Baykal karşı çıksaydı bu anayasa değişikliği Meclis’ten referandumsuz geçer miydi?” Bal gibi üçte iki çoğunluğu bulur, bulamasa bile referandumdan çok rahat geçerdi. Peki bu değişiklik nasıl önlenebilirdi; belki Anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi’ne götürülse önlenebilirdi. Burada bir diğer kritik soru da şu; Anayasa Mahkemesi’ne götürme konusunda tek başına yetkili Ahmet Necdet Sezer çoğunluğunu kendisinin atadığı mahkemeye neden götürmedi? Neden hiç kimse Sezer’in bu davranışını sorgulamıyor?

Bir diğer kritik soru şu YSK Siirt seçimlerini sudan bahanelerle iptal etmeseydi Erdoğan o dönem Milletvekili olabilirdi. Neden kimse çoğunluğu Ahmet Necdet Sezer’in ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in atadığı yargı kurumlarının aldığı kararları sorgulamaz?

Düşünebiliyor musunuz “AKP’yi başımıza bela etti” linçine karşılık kimse Baykal’ın karşısına rakip çıkan kişinin iki dönem sonra AKP’den bakan olmasını neden sorgulamaz? Bugünün hızlı muhalifleri “yetmez ama evetçilerin”  yargı çökertilirken AKP’ye verdiği desteği kimse neden sorgulamaz?

Eğer bir ülkede demokrasi varsa elbette bir parti kazanır diğeri kaybeder. İsmet Paşa isteseydi seçimi kaybettiğinde seçimi iptal ettirir, görevine devam ederdi.

Hatırlıyorum AKP’nin ilk on yılında en hızlı AB’ci idi. Hatta bugün muhalif olanların birçoğu “gerçek sosyal demokrat AKP” diye bahsediyorlardı. AKP’nin gerçek yüzü ortaya çıkmamıştı, ekonomi ikinci on yıla rağmen iyiydi. Dünyadan sıcak para yağıyordu.  Ona rağmen Baykal’ın Genel Başkan olarak katıldığı son seçimlerde il genel meclisi sonuçları AKP yüzde 38, CHP yüzde 23 idi. AKP Türkiye’yi yalnızlaştırdı, Türkiye’nin bütün kurumlarını tahrip etti, amaçlarının dindar ve kindar gençlik yetiştirmek olduğunu bütün dünyaya ilan ettiği 13 sene sonra yapılan 2018 genel seçimlerinde AKP yüzde 42, CHP yüzde 22 oy aldı.

Amaç dünle bu günü kıyaslamak değil amaç Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek. Baykal zamanında parti içi demokrasi yok diye kıyameti koparırdık. Şimdi dönüp baktığımda parti içi demokrasi adına hayal kırıklığı. Hele bir Ertuğrul Dokuzoğlu adaylığı kararından sora yaptıklarımız var ki anlatılmaz, yaşandı gitti. “Hakkını helal et. bizden yana helal olsun.”

Bir diğer suçlama “Partide solcuları bitirdi”ye de biraz bakalım. 13 Yıldır Genel Başkan değil CHP sola kaydı da ben mi göremedim?

Bir başka iftira da “Baykal’ın Antalya’da çakılı çivisi mi var” yalanıydı. Eşim Songül Başkaya’nın zamanın Belediye Başkanı Selahattin Tonguç ile yaptığı röportajı, benim DPT arşivlerinden bulduğum Baykal’ın bakanlığı döneminde Antalya’ya yapılanlar ile bir kitapçık şeklinde basıp dağıtmamızdan sonra konuşulmaz oldu.

Bir devlet adamı, partilisinin dağ başındaki delegesini bilen, telefon açtı mı karşısına çıkan, partilisine değer veren, asla partisini ve partilisini kimseye şikayet etmeyen, donanımlı, gerçek bir lider bu dünyadan göçtü gitti. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Maliye Bakanıyken, petrol rafinelerini devletleştirip harekat sırasında tıkanıklığı açtı. 1978 yılında Enerji Bakanıyken zamanla yabancıların eline geçen pek çok maden işletmesini devletleştirdi. 1 Mart’ta 80 bin ABD askerinin ülkemizin güney doğusunu işgal etmesini engelledi. Emperyalistlere ve onların yerli temsilcilerine hiç taviz vermedi.   Elbette ki hataları olmuş olabilir, elbette ki yapmaması gereken işler olmuştur. Deniz Baykal, şiirdeki gibi hep kendinden emin oldu, kendinden şüphe duyulmasından rahatsız olmadı. Güle güle büyük devlet adamı, seni yaşarken anlayamadık, anlatamadık. Ruhun şad olsun.