Dünya ülkelerinin yaşadıkları yönetim süreçleri elbette ki biri birinden farklıdır; ancak dönemsel etkileri ve yönetim sonuçları bakımından da benzerlikleri yok değildir.
Birinci Dünya Savaşı yılları, İspanya'da Kral taraftarı Milliyetçi Cephe ile Halkın oluşturduğu Cumhuriyetçiler, İspanya Kralının 1931 yılında devrilmesinden sonra bir iç savaşa tutuşurlar. Krallıktan sonra Cumhuriyeti İlan eden Cumhuriyetçiler, izledikleri antimilitarist politikalar ile bir çok sorunda yaşamaya başlamışlardır. 
O yıllar Kralın yakınında bir asker olan Franko, Cumhuriyetçiler tarafından etkisizleştirilmiş, rütbeleri de alınmıştır. 1931 yılında İktidar Cumhuriyetçiler tarafından ele geçirilse de, 1933 yılında Kral taraftarları, Katolik Kilisesi ve gerici çevrelerin oluşturduğu ittifak, 1933 yılında iktidarı yeniden ele geçirmiş; 
Franko, ittifakın liderliğine getirilmiş ve General yapılmıştır.
İkinci Dünya savaşı yıllarıdır. Almaya'da Faşist Hitler, İtalya'da da müttefiki Mussolini iktidarda ve Franko'nun Katolik Kilisesi ile baş destekçileridir. 

İkinci Dünya Savaşı biter, Hitler ve Mussolini savaşı kaybederler ve öldürülürler. İspanyol Milliyetçi Cephesi ve Katolik kilisesinin desteği ile General Franko iktidarını korur. 
İspanya'yı 1930'lardan 1970'lere kadar faşist bir dikta yönetimi ile yöneten Franko'nun baş destekçisi de daha öncede dediğim gibi Katolik Kilisesi olmuştur.
Buraya kadar her şey, yönetim seçenekleri ve ittifakları açısından, kabul etmesek de olabilecek şeylerdir.

Faşist Franko yönetimi, Katolik kilisesinden; Katolik Kilisesi de Franko Yönetiminden güç ve destek alarak yönetimlerini halkın huzursuzluklarına rağmen sürdürmektedirler.

İspanya'nın 1970'li, hatta 1980'li yıllarına kadar yurttaşlarının yüzde 99'unun Katolik, yüzde 1'inin de Müslüman, Musevi ve Protestan olduğu görülür.

Bu kısımdan sonrası, ismi Manolo olan bir İspanyol arkadaşımın anlattıkları. 
Batı kamuoyu ve entellektüelleri her şey gibi, Türkiye ile de ilgililer. Bir sohbet sırasında, Franko döneminde, Franko yönetimi ile Katolik Kilisesi ilişkilerini anlattı.
Franko, iktidarı ele geçiriyor ve Katolik kilisesi ile sıkı fıkı bir yönetim sergiliyor. Bu dönem de, Franko, kilisenin mutlak desteği ile iktidarını sürdürürken,;
Katolik Kilisesi de, zenginleşiyor, bir kısım ayrıcalıklar sağlayarak, zenginleşiyor, gücünü arttırıyor.
Öyle ki, zengin ailelerin çocuklarını Katolik Papaz yapmak için alıyor, yetiştiriyor. Çocukların aileleri ölünce de, çocuklara kalan miras, çocukların kiliseye bağışlamaları ile kilisenin oluyor. Onlarca, yüzlerce çocuğun öyküsü ve mirası kilisenin oluyor.
Ailelerden çalınıp, köle olarak satılan çocukların hikayesi ise Aragon'un Çalınan Çocukları hikayesi olarak bilinen bir hikayedir.
Kilise, yönetim ayrıcalıkları, vergi muafiyetleri gibi ayrıcalıklar ile nerede ise devlet hazinesi kadar bir ekonomik güce sahip olmuştur bu dönem. Hiç kimse de arakasında Franko yönetimi olan kiliseye söz ve itiraz edememektedir.
Ta ki, Franko ölüp, rejimi yıkılana kadar. Halk, ölmüş olmasına rağmen Franko'ya olan nefretin acısın ve hesabını Katolik Kilisesinden çıkartmıştır. İnanç sorgulanır hale gelmiş. Bu gün, İspanyol halkının yüzde 40 dolayında bir bölümü kendini Katolik saymaktadır.

Hazreti İsa'nın bir fahişenin taşlanması için verilen ceza sırasında söylediği, "ilk taşı, hiç günaysız olan atsın" öyküsü gibi, siyasi alanda Fethullah Gülen konusunda ilk taşı atacak kimse bulunamazken, Hoca Efendiden, FETÖ'ne gelen süreç çok iyi analiz edilmeden; gerçekten inanmış Müslümanların içlerine sinen bir şey olmayacaktır.

Dinin, vicdanlardan çıkarılıp, cüzdan, ekran ve statü konusuna getirildiği bu zamanlar, bir zaman sonra Franko dönemi gibi sorgulanacaktır, halkın vicdanında da.

O yüzden, inançlarından şüphe etmediğimiz yöneticilerin, farkında olmadıkları, farkında olup sessiz kaldıkları uygulamaları bir kez daha gözden geçirmelerinde yarar vardır.

Hem Ülke menfaatleri, hem de kutsal dinimiz açısından.

Tarihin tekerrürden ibaret olmaması için, sorumlu olanların, sorumluluklarını, görev ve yetkilerini bilmelerinde yarar bulunmaktadır.

Güzel ülkemize ve Kutsal Dinimize zeval gelmeden. Hele FETÖ olayından sonra.

Haksız mıyım. Sayın etkili ve yetkililer? Ne dersiniz!..