Edebiyat dersinde duymuştum ilk olarak "taşra" sözcüğünü. Taşra, taşralı, taşralılık sözcükleri ise, Toroslar ve Ak Denizin Maviliklerinden kopup bozkır Ankara'sına gelince bir anlam kazanmıştı usumda..

--Herksin bir sonbaharı vardır, yaşamında, gönlünde. Benimde yaşadığım o kadar şeye rağmen, içimi ilk olarak iki yıl önce burkan, gördüğüm o kadar şeyden sonra bu günde içimi acıtan şey olmuştu sevgili Veysel'in ölümü.

--Hoş ölüm kimseye yakışmıyordu. Doğru, Ölüm sana da yakışmamıştı be Veysel. Hem de en üretken en coşkulu çağında.

--Üniveristede yönetim dersinde ilk isyanım başlamıştı bu taşra-taşralı olgusuna.

--Sağlıklı uzun bir ömür dilerim değerli Hocam Gülçin Hanım, kitaptaki yönetim ekollerini anlatırken, "çocuklar, bu anlatacağım ekol, daha tez aşamasında, ismi de Amerikan ekolü" demişti:

--"Herkes, kendi çevresinde doğar, eğitim alır, iş bulur, evlenir, yaşar ve ölür"

--Ekolün ana teması bu idi. Tabi, Antalya'dan gelen bir delikanlı olarak bunu kabul etmem mümkün değildi. Tamam okul bitince geri Antalya'ya dönecektim ama yine de ekolün sınırlandırması, bana ters gelmişti.

--Hocaya, yok efendim, "eğitimin", "kişiliğin" ..., etkisi olmaz mı bu durumun bozulmasına desem de, "İbrahim Uysal, bu ekol bu. Bunu böyle öğren" demişti.

--Ta ki yaşamın, Antalya'da değil de Ankara'de bir yol çizmesi, beni bu ekolün deney tahtası yapmıştı.

--Çalıştığın kurunda daha aday memur iken "her şeye maydanoz olan" kişiliğim ile Uzun ömrü sağlıklı olsun sayın Genel Müdür, beni o projenin koordinatörü yapmıştı.

--Henüz altı aylık bile olmamış bir aday memur için enteresan bir deneyim idi. Proje en büyük on ilde yürütülecekti. Uygulama için bazı illere gidilmesi gerektiğinde, ben sorumlu olmama rağmen, ulaşım, barınma sorunu olan yerlere, ben gidiyorum, memleketim Antalya'ya bile başka bir arkadaşım gidiyordu. Kafam karışmıştı.

--Gülçin Hocamın sözü aklıma geldi "herkes kendi çevresinde, ...." bende jeton o an düştü. Birlikte proje yürüttüğümüz arkadaşlara bir baktım. Birisi Genel Müdür yardımcısının yakını, diğeri bir yetkilinin eşinin yazlık komşusunun oğlu/kızı. falan filan. Kendi kendime sen kimsin? Yanıt yok.

--Tabi pes etmek yoktu benim kitabımda. Ben de, çalışmam, ilkelerim ile tutunmaya çalışacaktım. Ve öyle de yaptım,

--Sen de benzer bir öykü ile tutunmaya çalışıyordum. Adam gibi adam olmak için. Acılar çekerek, bedeller ödeyerek. çoğu kere de hak etmediğimiz şekillerde ve bedellerde satılarak.

--Beynimden vurulmuşa döndürdüğün o sözün hiç usumdan çıkmaz. "Birader, ben bir çoban çocuğuydum Kumluca'da; ya tek yatılı İmam Hatip'e gidecektim, ya da çoban olacaktım. Babam beni, okumaya gönderdi. Bende SBF'de okudum ve idealime koşmaya başladım. Vali olacaktım."

--O yıllar Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet SEZER, ben de orada çalışmaktayım. Veysel'in Valilik kararnamesi gelmişti Köşk'e; bu öyküyü anlattım.

--Ve sevgili Veysel, Akdeniz'in/Toroslar'ın o yağız delikanlısı, Gümüşhane Valisi olmuştu. Sevinçten uçuyordu. Sonra, Sivas, Merkez derken, Hatay'da göçmenler ile ilgili koordinatörlük derken birden o zamana kadar "sayın Hoca Efendimiz" denilerek salya sümük göz yaşları dökülüp, bilmem neresini sildiği peçetesi bile "kutsal hazine" olarak saklanan Fethullan Gülen tukaka "FETÖ"cü hainlerin başı oluvermişti.

--Sevgili Veysel de, herkesin biri birini gammazladığı o dönemde (ki ona bu iftirayı hiç yakıştıramadığım) Fetöcülükle suçlanarak, kendini Sincan Ceza Evinde bulmuştu.

--Sonra çıktı. Ama Torosların suyunu içmiş yiğit delikanlısı bu lekeyi kaldırmazdı. Her ne kadar, biz seni biliyoruz, yanındayız, görüşelim desek de, kendince içine, ailesine kapandı ve el değmiş bir Manolya çiçeği gibi önce karadı sonra da yufka yüreği dayanamadı.

--Ve o Torosların yağız delikanlısını, Valisini; Kumlucanın Bey dağları eteklerine ve gönlümüz gömdük.

--Her kasımda, önce Veysel'in Yarası kanar, sonra da Atamın ATATÜRK'ÜM yarası kanar bu yürekte.

--Biz sadece bu ülkeyi, bu toprakları ve insanını sevmiştik. Suçumuz buydu. Bir değerli büyüğümün bana dediği gibi, "İbrahim Uysal, sen herkesin İbrahim Uysal'ı oldun da, sana İbrahim Uysal olacak yoktu" diye. Sana da Veysel yoktu.

--Evet Sevgili Veysel, işte taşra delikanlısı olmak böyle bir şey. Her şeyini herkese harcar, adarsın da, yorgun, kırgın kalbini kimseye gösteremezsin. Kalabalık içinde, tek başına yaşar gidersin.

--Ha görüyorsundur, merak etme, Oğullar maşallah zıpkın gibi delikanlılar. Gözün onlar için arkanda kalmasın, ama ülken, memleketin için bana yalan söyletme be sevgili Dostum.

--İçim yanıyor. Sen oradan sakin ol, öfkelenme diyorsundur ama: Nazım Hikmetin dediği gibi:

--“Nasıl öfkelenmem düşündükçe Memleketimi,

Çırpınıyor ayakları altında Bir Avuç Hergelenin..”

--Işıklar içinde yıldızlar yoldaşın olsun sevgili Dostum, Valim, Veysel'im!..