Antalya'da Kentsel Kimlik Uyarısı

Antalya Kent Konseyi’nin 200’ün üzerinde paydaşın işbirliği ile hazırladığı, 21’inci Yüzyılda Antalya Çalıştayı'nın Afet Yönetimi ve Bilinci başlıklı oturumunda Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İkbal Erbaş da sunum gerçekleştirdi.
Kentsel dönüşümün çoğu kişi tarafından, sadece fiziksel yıpranmanın oluşturduğu yapı stokunun değiştirilmesi, yıkılması ve yerine yeniden yapılması olarak algılandığını dile getirdi.
"Kültürel Kimlik Erozyonu"
Toplumdaki bakış açısının böyle olması, inşa edilen yapıların bir sonucu olduğunu belirten Erbaş, “Antalya’da kentsel dönüşüm uygulamalarında, mekansal, çevresel, sosyal ve kültürel yönden dikkate alınmadığını görüyoruz. Bu dönüşümün sonucunda sadece Antalya’da değil ülke genelinde, yapı yoğunluğunun arttığını, yeşil alanların azaldığını, yerinden edilme ve sosyal dokunun kaybedildiğini ve kültürel kimlik erozyonunun oluştuğunu görüyoruz. Bu riskler artmaya devam ediyor.” diye konuştu.
"TOKİ, Kutu Kutu Tip Projeler Yapıyor"
Erbaş, kentsel dönüşümün sadece fiziksel bir yapı sorunu değil, sosyal bir sorun olduğunun altını çizdi.
Sosyal sorununun koordineli bir şekilde çözülmesi gerektiğini dile getiren Erbaş, “Kentsel dönüşümün önemli bir aktörü olan TOKİ’nin tanımına göre, bu konuyu sadece işlevini kaybetmiş kent parçalarını yenilemek ve onları sağlamlaştırmak üzerine tanımlıyor. TOKİ’nin ürettiği tip projeler, kutu kutu. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin birbirinin benzeri konutlar.” dedi.
1940 yılıyla birlikte kentlerin yeniden inşası sürecinin başladığını aktaran Erbaş, 1960 ve 1980’lerde inşa edilen alanların rehabilitasyonu,1980 sonrasında yeniden yapılandırma, 1990’dan sonra tarihi yapılarında değer olduğu fikriyle daha kapsamlı uygulamalar yapıldığını belirtti.
“1950-1980 Arası Antalya Yoğun Gecekondulaştı"
Türkiye’de kentsel dönüşüm algısının yenileme başlığı adı altında görüldüğünü dile getiren Erbaş, “Türkiye’de uygulamalar 1950-1980 arasında sıralanıyor. Sanayileşmeyle birlikte kırdan kente bir göç yaşanıyor. Bu alanların etrafında oluşan gecekondular görülüyor.1950-1980 arası hızlı bir gecekondulaşma var. Antalya’da gecekondulaşmanın yaşandığı önemli kentlerden biridir, örnek olarak Güneş Mahallesi’ni verebiliriz. Genellikle kamu ve hazine arazilerine inşa ediliyor. Plansız, alt yapıları yok. 1980’lerdeki politik olaylar da dikkate alındığında buralar oy alanları gibi görülmeye başlıyor. Bu dönemde biz kentsel dönüşümü, oradaki yapıyı legalleştirerek, sağlıklaştırma ve yeniden yapılandırma olarak adlandırıyoruz.1980-2000 arasında küreselleşmeyle birlikte kentler bulundukları çemberin içine sığamıyorlar. Yenileme iyileştirme, ıslah, imar uygulamalarıyla kentin çeperi genişlemeye başlıyor.” diye konuştu.
2000 sonrası kentsel dönüşüm anlayışının değiştiğini aktaran Erbaş, 1999 depreminden sonra doğal afetlerle yüzleşmeye başlanıldığını belirtti.
"Santral Kentsel Dönüşümü, Yerelde Yaşayan Halkın İhtiyacını Karşılamıyor"
Yapıların depreme güvenlikli olup olmadığı yönündeki soruların sıkça sorulmaya başlandığını hatırlatan Erbaş, “Bu ne yazık ki bazı kesimler için rant sebebi olmaya başlıyor. Sermaye yeniden inşa oluyor. İnsanlar yapılarının güvenliksiz olduğu ve yıkılması yönünde kararlar almaya yönlendiriliyor. Santral ve Ünsal Mahallesi bunların en iyi örneğidir. O mahalleler Kepez’in altında kendi halinde bir yerken, burayı SUR Yapı Projesiyle daha üst seviye bir kullanıcıya hitap eden, orada yereldeki halkın yaşamaya alışkın olduğu hayatın bambaşka bir hayata evrildiği bir projeye dönüşüyor. Bu konuda yapılan araştırmaların çoğu buradaki hak sahiplerinin mülkiyet haklarını devrettiğini, onun yerine Antalya dışından ve farklı ülkelerden kişilerin konut elde ettiğini görüyoruz. Bu proje yerelde yaşayan halkın ihtiyaçlarını karşılamıyor.” şeklinde konuştu.
Antalya’nın 2000 yılından sonraki kentsel dönüşüm uygulamalarını örnek yapılar üzerinden devam eden Erbaş, literatürdeki ada değil parsel dönüşümü çalışmalarının Antalya’da yer yer başarısız şekilde yapıldığını belirtti.
"Antalya Kent Kimliğini Kaybetme Tehdidi Altında"
Kentsel dönüşümünün olumsuz etkilerinden bahseden Erbaş, “Çevresel etkileri çok büyük. En temeli iklim değişikliği ve yeşil alan kaybıdır. Sosyal etkileri, yerinden edilme, sosyo ekonomik ayrışma, mahallelik ve kent kimliğini kaybetme. Antalya şuan bu tehdidin altında. Kültürel etkiler, tarihi dokunun zarar görmesi ve mekansal hafıza. Antalya’nın merkezini görmemiş olanlar kentsel hafıza ile şehri anlayıp önleyebiliyor. Bu yapılardan biri Talya Oteliydi.” ifadelerine yer verdi.
"Ada ve Parsel Yerine Kentin Faydası Önde Olmalı"
Kentsel dönüşümü başarıyla uygulayan ülkelerden örnekler veren Erbaş, “Portekiz Lizbon Expo alanı, burası eski bir liman bölgesidir. Kıyıda kenarda kalmış yer dünya exposu olarak tasarlandı,1998’de kullanıldıktan sonra yapı karma fonksiyonlu kullanıma açıldı. Şuanda önemli bir cazibe merkezi olarak kentte yer alıyor. Bir diğeri Hamburg’da HafenCtiy projesidir. Burada sosyolojik boyut dikkate alınarak halkın katılımı ile bir kentsel dönüşüm uygulaması yapıldı. Bir model oluşturuldu. İki projenin ortak noktası bu. Bir projeyi ada veya parsel bazında tartışmak yerine doğru olanın kent bazında tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Eğer bunu bir kent problemi olarak görmezsek, her zaman yaraya sadece pansuman yapmış olacağız.” dedi.
"Sürdürülebilir Kentsel Gelişin Modeli Üretilsin"
Kentsel dönüşümün konut sahipleri için evlerini yeniden yapma fırsatı olmadığının altını çizen Erbaş, “Biz bireysel olarak yeni bir eve sahip olurken, diğer taraftan kentte inanılmaz yaralar açıyoruz ve bunun farkında değiliz. Bunun için bizim sürdürülebilir kentsel gelişim modeli üretmemiz gerekir. Bu modelde sadece uygulama sahibi kişilerin yapabileceği bir uygulama değil, bu kentte hepimizin hakkı var.” ifadelerine yer verdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.