SİVAS MADIMAK KATLİAMI'NIN 30. YILDÖNÜMÜ ÖNCESİNDE TÜRK BASINININ KARA KUTUSU, USTA GAZETECİ DOĞAN SATMIŞ 35 MASUM İNSANIN YAKILDIĞI OLAYI ŞÖYLE ANLATTI;    

DOĞAN SATMIŞ: Madımak Katliamı Ankara hükümeti açısından tam bir kriz yönetimi faciasıdır. Olay SHP Genel Başkanı Erdal İnönü'nün yönetiminde olduğu bir hükümet döneminde yaşandı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller için çeşitli spekülasyonlarda bulunulabilir. Sonuçta Çiller, "Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir" diyerek devletin suç işleyebileceğini açıkça söylemiş, kendi döneminde faili meçhul cinayetler işlenmiştir. Çiller hakkında fali meçhul cinayetlere bizzat onay verdiğini söyleyenler de vardır. Ama Erdal İnönü'nün de onun yardımcısı olduğunu unutmayalım. Bence Erdal İnönü böyle bir olaya zımni de olsa göz yummaya izin vermezdi. Zaten Erdal bey de bu konuda, "Ne yapayım, yetkim yoktu" demişti. Ayrıca olaylar sırasında Madımak Oteli'ndeki Aziz Nesin'le telefonla görüşerek "en kısa zamanda takviye güç gönderileceğini, kimsenin kılına dahi zarar gelmeden kurtarılacağını" söylemişti. 'Olay Erdal Bey'den gizlenmiştir' diyen çıkabilir ama Ankara'nın olayın boyutlarını fark etmemesi daha ağır bir ihtimal bana göre. Ancak yerel düzeyde saldırganlara destek verildiği, önlerinin açıldığı biliniyor. Hatta Madımak'tan kaçmak için yandaki bir parti binasına geçmek isteyenlerin önce engellendiği, sonra sağduyulu bir partilinin baskın gelmesiyle insanların kurtarıldığı da bir gerçek.

USTA GAZETECİ DOĞAN SATMIŞ İLE ÇOK UZUN BİR SÖYLEŞİ YAPTIM. BENİ KIRMAYARAK SORULARIMI AYRINTILI ŞEKİLDE CEVAPLADI... KENDİSİNE ÇOK ZAMANINI ALAN BU ÇOK UZUN SÖYLEŞİ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM...

UZUNLUĞUNDAN DOLAYI SÖYLEŞİYİ TEK BİR BÖLÜM HALİNDE YAYINLAYAMAYACAĞIM... İŞTE İLK BÖLÜM...

HAKAN SONOK: Kubilay olayından daha da vahim Madımak katliamına müdahale neden edilemedi. TSK neden kullanılmadı?

1993'ün ilk hatırlanan olayları 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu öldürüldü... 17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal öldü... 16 Mayıs 1993'te Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi...25 Haziran 1993'te Başbakanlığını Tansu Çiller'in, Başbakan Yardımcılığı'nı Erdal İnönü'ün yaptığı Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti Koalisyon Hükümeti göreve başladı...2 Temmuz 1993'te Sivas Katliamı yaşandı... Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas'a giden aydın ve sanatçılardan 33'ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Olayda iki otel görevlisi de yaşamını yitirmişti...

Kubilay olayından daha da vahim Madımak katliamına müdahale neden edilemedi. TSK neden kullanılmadı. Demirel, İnönü, Tansu Çiller, Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş neden bu kadar duyarsız ve pasif kaldılar seyirci olmaktan öteye gidemediler?

DOĞAN SATMIŞ: Madımak Katliamı Ankara hükümeti açısından tam bir kriz yönetimi faciasıdır. Olay SHP Genel Başkanı Erdal İnönü'nün yönetiminde olduğu bir hükümet döneminde yaşandı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller için çeşitli spekülasyonlarda bulunulabilir. Sonuçta Çiller, "Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir" diyerek devletin suç işleyebileceğini açıkça söylemiş, kendi döneminde faili meçhul cinayetler işlenmiştir. Çiller hakkında faili meçhul cinayetlere bizzat onay verdiğini söyleyenler de vardır. Ama Erdal İnönü'nün de onun yardımcısı olduğunu unutmayalım. Bence Erdal İnönü böyle bir olaya zımni de olsa göz yummaya izin vermezdi. Zaten Erdal bey de bu konuda, "Ne yapayım, yetkim yoktu" demişti. Ayrıca olaylar sırasında Madımak Oteli'ndeki Aziz Nesin'le telefonla görüşerek "en kısa zamanda takviye güç gönderileceğini, kimsenin kılına dahi zarar gelmeden kurtarılacağını" söylemişti. 'Olay Erdal Bey'den gizlenmiştir' diyen çıkabilir ama Ankara'nın olayın boyutlarını fark etmemesi daha ağır bir ihtimal bana göre. Ancak yerel düzeyde saldırganlara destek verildiği, önlerinin açıldığı biliniyor. Hatta Madımak'tan kaçmak için yandaki bir parti binasına geçmek isteyenlerin önce engellendiği, sonra sağduyulu bir partilinin baskın gelmesiyle insanların kurtarıldığı da bir gerçek.

MADIMAK KATLİAMI: 2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas'a giden aydın ve sanatçılardan 33'ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Olayda iki otel görevlisi de yaşamını yitirmiş, iki saldırgan da ölmüştü.

Aydınlar, sanatçılar ve şairler dört günlük şenlik programına katılmak, söyleşilere katılmak, kitaplarını imzalamak, şarkılarını söylemek için gitmişti Sivas'a. 1 Temmuz'da şenliğin açılışında konuşanlardan biri de yazar Aziz Nesin'di.

Aziz Nesin, Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Asım Bezirci ve daha pek çok şair, yazar, sanatçı, düşünür şenlikler için kente gelmişti.

33 kişinin en yaşlısı 66 yaşındaki Asım Bezirci, en genci ise folklor gösterisi için Sivas'a giden 12 yaşındaki Koray Kaya'ydı.

Katliamdan iki gün önce dağıtılan bir bildiri, 2 Temmuz'da neler yaşanacağının habercisi olmasa da, işaret gibiydi. Bildiride Aziz Nesin'in o sırada başyazarı olduğu Aydınlık gazetesinde yayımlanan Salman Rüşdi'nin "Şeytan Ayetleri" kitabından bahsedilmiş, Nesin en ağır şekilde hedef gösterilmişti... Nesin için "Şehirde adeta Müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir" denmişti.

Aziz Nesin ise Şeytan Ayetleri’nin hangi amaçla Türkçe yayımlanmasını istediğini madde madde açıklamıştı...

1- Önce hükümet kararnamesiyle bu kitabın ve herhangi bir kitabın yasaklanmasına karşıyız. Kitap yasaklamak ortaçağ yöntemidir. Kitap yasaklamayı bir toplumsal utanç sayıyoruz.

2- Bu kitap, İslamlığı ve Müslümanları aşağıladığı gerekçesiyle yasaklanmıştır. Anayasasında laik olduğu saptanmış bir ülkede, dinsel nedenlerle bir roman yasaklanamaz. Dinsel nedenle bir kitaba yasak koymak, bağnazlık (fanatizm) ve dinsel köktenciliktir (fundamentalizm).

3- Bir romanı yazan yada çeviren yada yayan ve dağıtan, salt buyüzden öldürülemez. Aklı başında Müslümanların yapacağı, yapması gereken şey, İslamı aşağıladığı savlanan kitaba karşı belgeler ve kanıtlarla yanıt vermek ve kitabın yanlışlarını, yalanlarını ortaya koymaktır. Uygarlık bunu gerektirir. Kitabın yazarını, çevirmenini, yayanını öldürmek de ilkelliktir.

4- Mahkeme kararı olmadan, yargılanmadan, İslam’ı aşağıladı bahanesiyle bir kimsenin, bir yazarın öldürülmesi vahşettir, canavarlıktır, cinayettir, barbarlıktır, vandallıktır.

5- İslamlık, bir romandaki yalanlarla yıkılacak denli çürük mü ? Müslümanlar, böyle bir romanı yanıtlamaktan bu denli aciz mi ?

6- Şeytan Ayetleri’ne konulan yasaklama, bu noktada kalmaz. Şimdiye dek dinsel bağnazlığa verilen ödünler, o noktada kalmamış, hep daha çoğu istenmiş ve alınmıştır. Artık bu gericiliğe biyerde dur denilmezse, bütün özgürlüklerimiz ve insan haklarımız elimizden alınacak demektir.

7- Bütün bu yasaklamalara, öldürmelere karşı, hiçbişey olmuyormuşçasına vurdumduymazlık, neme gerekircilik, tepkisizlik, kişinin insanlık bilincinden yoksun olduğunu, insanın çağcıl olmadığını, yani insanın insan olmadığını gösterir. Uygar bir dünyada, gerek birey, gerek toplum olarak bundan daha onur kırıcı bişey olamaz.

8- Türkiye’nin İslam Konferansında Müslümanlara Müslüman görünmek, Şeytan Ayetleri’ne yasak koyarken, Batı’ya laik görünmeye çalışması ikiyüzlü bir politikadır ve iki yanlı bağımlılıktır.

9- Bunların hepsinden çok daha önemlisi de şudur: Türkiye hergün biraz daha ve gittikçe daha hızlı ve yoğun olarak dinsel bağnazlık ve yobazlık batağına batmaktadır. Gelip dayandığımız son nokta, laikliğin tam karşıtıdır. Anayasasında laik olduğu yazılı olup da gerçekte ve uygulamada laik olmamak sahteciliktir. Aslında Şeytan Ayetleri adlı bir romanın Türkçe’ye çevrilmesi yada çevrilmemesi bizim için hiç de önemli değildir. Önemli olan, bu bağnazlık gidişinin biyerde kırılması ve bütün uygar ülkelerde yayımlanmış olan bir romanın işte bu nedenle Türkiye’de de yayımlanarak bu onursuzluktan kurtulmaktır.

(Kaynak: Aziz Nesin’in Bir Tutam Aydınlık adlı kitabı)

2 TEMMUZ 1993'TE NE OLDU?

2 Temmuz günü Cuma namazının ardından etkinliklerin yapıldığı kültür merkezinin önüne bir yürüyüş başladı. "Sivas laiklere mezar olacak" atılan sloganlardan biriydi. Saldırgan grubun bir kısmı yeni dikilen "Halk Ozanları" heykelini yıkıp, yerde sürüklerken; bir kısmı Valilik önünde Vali Ahmet Karabilgin'i protesto etti.

Valinin katliam sonrası İçişleri Bakanlığı'na gönderdiği rapora göre, saldırganların sayısı her saat artmıştı. Yine aynı rapora göre, akşam saat 18.00'de Madımak Oteli'nin önünde o ana kadar hiçbir aşamada dağıtılmamış 15 bin kişi vardı. Otel önündeki araçlar ve sürüklenen heykel ateşe verilmiş, otelin camları kırılmıştı.

Yaklaşık 2 saat sonra otel ateşe verildi, saldırgan kalabalık sloganlarına devam etti.

Madımak Oteli'nin önünden çekim yapan İhlas Haber Ajansı'nın görüntülerinde otelin etrafını kuşatanların sloganları yanında sözleri de duyulmuştu. Biri otelin birinci katına çıkan saldırgana "Lan yakın" diye seslenirken, bir diğeri ilk alevin görünmesiyle "Cehennem ateşi işte!" diye seslenmişti.

Kente davet edilen takviye kuvvetler ise zamanında gelmedi veya gelenler yetersizdi. 35 kişi otelde hayatını kaybetti.

Turgut Özal'ın ölümünden sonra Cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel'in yerine DYP Genel Başkanı seçilen ve Başbakan olan Tansu Çiller görevi devralalı henüz bir hafta olmuştu. Çiller'in Madımak Oteli'nde yaşananların ardından söylediği sözler ise siyasi tarihin hafızasına yazıldı:

"Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir."

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise olayın münferit olduğunu ve Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmemiş olmasını vurguluyordu:

"Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş...Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır...Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır."

İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ise Aziz Nesin'i suçluyordu:

"Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir."

İLK DAVA SÜRECİNDE NE OLDU?

Çeşitli mahkemelerde başlatılan soruşturmalar o dönem kapatılmamış olan Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) son buldu. Mahkeme ise görevsizlik kararı vererek dosyayı Yargıtay'a gönderdi. Yargıtay ise dosyaya bakması gereken yerin Ankara DGM olduğuna karar vererek dosyayı geri gönderdi.

Ankara 1 Nolu DGM'ye sunulan iddianamede olayların nedeni, "şenliklere katılanlar" olarak gösterildi, Aziz Nesin'in varlığı "eylemin hazırlayıcı sebepleri" arasında sayıldı.

İddianamede şu ifadeler yer alıyordu:

"Hele hele Aziz Nesin'in İslam Dini'ne karşı tutum ve davranışları ve açıklamaları, kapalı bir salonda düzenlenen toplantıda terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulması, eylemin hazırlayıcı nedenleri arasında sayılabilir."

DGM Başsavcısı Nusret Demiral dava henüz sonuçlanmadan, "Olayda örgüt yok, tahrik var" açıklaması yaptı. Görülen davanın karar metninde de buna paralel bir yaklaşım göze çarpmıştı. Gerekçeli kararda Aziz Nesin vurgusu vardı:

"...Sivas olaylarının devlete ve laik düzene yönelik olmadığı, Aziz Nesin'in Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamasına duyulan öfke, kin ve nefretin oluşturduğu tahrik sonucu ve Aziz Nesin'e yönelik bir eylem olduğu, kast edilen Aziz Nesin olmasına rağmen hedefte sapma sonucu 37 masum insanın ölümü ile sonuçlanan bu olayların…"

Kararla birlikte 22 sanık hakkında 15'er yıl, 3 sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında 3'er yıl, 6 sanık hakkında 2'şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi. Ancak bu karar temyiz edildi.

Uzun süren hukuk süreci 2001 yılında sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin onadığı karar uyarınca, Cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma girişiminde bulunan sanıklardan 33'ü ölüm cezası aldı; dördü 20 yıl, biri 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

DAVA ZAMAN AŞIMINA UĞRADI

Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından geçen yıl zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı.

Aralarında katliamda yakınlarını kaybedenlerin aileleri başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve partiler "insanlık suçlarında zaman aşımının kaldırılmasını" talep etti ancak talepleri bir karşılık bulmadı.

Mahkeme Başkanı, "İnsanlık suçunda zamanaşımı olmaz ama bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verilmiştir" dedi.

Karar üzerine dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, "Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı" dedi. Erdoğan kararı ayrıca, "İdam kalktığı için 33 kişi ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldu. Bunlar hep gözden kaçıyor. Hedef saptırılıyor" diyerek yorumladı.

Başbakan ayrıca Sivas davasında mağdurlar olduğunu söyleyerek, "Sivas'a birçok gidişimde babalarının haksız yere, herhangi bir taksiratı olmadığı halde idama mahkum olduğu için ağlayan 15, 18, 19 yaşında kızlar var. Bunları göz ardı etmek suretiyle tek tarafa siyasi bir servis yapmayı doğru bulmuyorum. Gidip Ankara Adalet Sarayı'nın önünde gösteri yapmak suretiyle belli bir ideolojinin borazanlığını yapmanın doğru olduğuna inanmıyorum" diye konuştu.

Sivas davası avukatlarından CHP Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan zaman aşımı kararını temyiz etti.

Dava sürecini BBC Türkçe'ye değerlendiren Sarıhan, "Bu olayın arkasındaki örgütlerin bulunmamış olması ve hiçbir zanlı hakkında gerekli aramanın yapılmamış oluşu bizi sadece olaydan sonra yakalanan insanlarla sınırlı bir davanın peşinde bıraktı. Bugün bu olayı yaratan örgütler bulunabilmiş değildir. Bu olayı yönlendirenler, tahrik edenler bulunmuş değildir. Bu nedenle tamamlanmamış bir dava ile karşı karşıyayız" diyor.

Sivas ile ilgili "Yüreklerimiz Hâlâ Yangın Yeri" adlı araştırma kitabının yazarı Orhan Tüleylioğlu ise, "Sivas katliamı, Cumhuriyete, demokrasiye, özgür düşünceye ve en önemlisi insanın yaşama hakkına bir saldırıydı" şeklinde değerlendiriyor olayı.

'Yüreklerimiz hala yangın yeri''

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Denizli İl Başkanı Mahir Akbaba, Sivas Madımak Oteli Katliamı hakkında açıklamalarda bulundu. Akbaba, ‘‘2 Temmuz 1993, Sivas, Madımak Oteli; ne yazarlara ne şairlere ne de can verenlere değil; tüm insanlığa mezar olmuştur.’’ dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi Denizli İl Başkanı Mahir Akbaba, ‘‘O gün ruhunu teslim eden 35 canın en görmüş geçirmişi 66 yaşındaki Asım Bezirci, en hayat dolu masumu ise 12 yaşındaki Koray Kaya'ydı. Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Aralarında katliamda yakınlarını kaybedenlerin aileleri başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve partiler ' insanlık suçlarında zaman aşımının kaldırılmasını ' talep etti ancak talepleri bir karşılık bulmadı. Bu olayın arkasındaki azmettiricilerin bulunmamış olması ve hiçbir zanlı hakkında gerekli aramanın yapılmamış oluşu bizi sadece olaydan sonra yakalanan insanlarla sınırlı bir davanın peşinde bıraktı.’’ ifadelerini kullandı.

Bugün bu olayı yaratanların bulunamadığını belirten Akbaba, ‘‘Bu olayı yönlendirenler, tahrik edenler bulunmuş değildir. Bu nedenle tamamlanmamış bir dava ile karşı karşıyayız. Sivas katliamı; Cumhuriyete, demokrasiye, özgür düşünceye ve en önemlisi insanın yaşama hakkına bir saldırıydı. Yüreklerimiz hala yangın yeri’’ şeklinde konuştu.

BİR DOĞAN SATMIŞ KİTABI: "BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ"

Doğan Satmış, HaberTürk Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı görevinden ayrıldıktan sonraki işsizlik döneminde, gazetecilik anılarını ve iş arayanlara, işsiz kalanlara yollar gösteren, öneriler içeren notlarını derlediği, harmanladığı “Bir İşsizin Günlüğü” adındaki kitabını yazdı ve yayınladı…

Hürriyet Gazetesi’nde 17 yıl yazı işleri müdürü ve 5 yıl okur temsilcisi olarak görev alan Doğan Satmış, Sabah, Bugün, HaberTürk gazetelerinin kuruluş aşamasında görev almıştı…Doğan Satmış Cumhuriyet Gazetesi'nde de görev aldı...

Doğan Satmış, Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı’nda başladığı gazetecilik mesleği boyunca Dinç Bilgin, Haldun Simavi, Asil Nadir, Erol Simavi, Turgay Ciner ve Ahmet Çalık’ın gazetelerinde çalışmıştı…

“Bir İşsizin Günlüğü”nden fragman niteliğindeki bazı satır başları şöyle:

Turgay Ciner

Doğan Satmış işadamı Turgay Ciner’e yılda 700 milyon dolar kazandıran projeyi kitabında şöyle anlatıyor: “Soda külü camın da hammaddesi…Dünyanın en büyük soda külü cevheri yatağı Ankara Beypazarı’nda bulunuyor. Dünyanın en zor ve tehlikeli işlerinden biri, yeraltındaki madenleri yukarı çıkarmak.Ya bütün toprağı kazmak ya da tünelle derinlere inmek gerekiyor. Hem çok zahmetli, hem de çok pahalı bir iş. Amerika’da bir profesör, metrelerce derindeki madende toz halinde duran soda külünü sıcak suyla eritip sıvı olarak yukarı çıkarmayı sonra da bunu kurutarak elde etme yöntemini keşfetmiş. Yani hiç öyle derinlere inmeye gerek yok; yukarıdan sıcak suyu aşağıya yolluyorsun,soda külü bu suyla eriyip yukarıya çıkıyor geriye bunu kurutmak kalıyor.Turgay Ciner bu profesörün keşfini öğreniyor ve profesörü Türkiye’ye davet ediyor.Yöntem ilk kez Türkiye’de deneniyor ve başarılı sonuç veriyor.”

Erol Simavi (1930-2015)

Hürriyet Gazetesi yönetim kurulu üyesi ve yazarı Çetin Emeç’in öldürülmesinden yaklaşık bir ay sonra Nisan 1990’da bir gün benim kader arkadaşım olan Hasan Kılıç Ağbiyle (kendisinin Hürriyet Gazetesi’nin çeyrek yüzyılında büyük emekleri vardır) birlikte Erol Simavi’nin İstanbul Maçka’daki muhteşem evine gittim.Üzerimde pejmürde bir blue jean ve bir deri mont vardı…Erol Bey “Ne içersiniz?” dedi, çay istedik, ”İsterseniz içki de var,” dedi kendisine hazırlarken.Ben gençlik ve toyluktan olacak (o zaman 29 yaşındaydım) “Bir votka alayım o halde” dedim…Erol Simavi Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rahmi Turan’ı görevden alacağını yerine Ertuğrul Özkök’ü getireceğini anlattı. Rahmi Turan 1989’da Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliğine getirilmişti… Rahmi Turan Erol Simavi’nin ağabeyi Günaydın ve Tan Gazetelerinin sahibi Haldun Simavi’nin bir sözüne kızarak 1985’te Dinç Bilgin patronajında Sabah Gazetesi’ni kurmuştu. Bence Simavi ailesinin basından silinmesinde de bu olayın büyük etkisi vardır…Bende Sabah Gazetesi’nin kuruluşunda bulunmuştum…

Erol Simavi’nin evinde Hürriyet’te çalışan muhabirlerin özgeçmiş ve fotoğraflarının bulunduğu dosyalar dikkatimi çekti; dosyalarda muhabirin kaç yıldır Hürriyet’te olduğu, medeni durumu (evli mi, bekar mı, boşanmış mı?), çocuklarının olup olmadığıyla, ilgili ayrıntılı bilgiler vardı…Bu görüşmeye Hasan Kılıç Ağbi’nin Erol Simavi’yle ortak arkadaşı olan Bafra’lı kuaför Mehmet Bey de katılmıştı…Simavi’nin evinde epey uzunca oturduk. Sonunda Mehmet Bey “Erol Bey isterseniz meseleye (sadede) gelelim,” dedi.Belli ki bizi Erol Beyin evine çağırmalarının özel bir nedeni vardı ve Simavi’nin bunu bize açıklama zamanı gelmişti.Ancak Erol Bey nedense son anda fikir değiştirdi, dönüp bize özetle şöyle dedi: “Siz Hürriyet’e Rahmi Turan ile geldiniz; onunla birlikte buradan ayrılmayın!”

Erol Simavi’nin o gün bizi ne söylemek için evine çağırdığını, sonra da bundan neden vazgeçtiğini öğrenemedim…Belki de benim pejmürde kıyafetime aklı takılmıştı.

Erol Simavi 1993’te Hürriyet’in yüzde 25’ini, 1994’te elinde kalan hisselerin tümünü satarak Avrupa ülkelerinde yaşamaya başlamıştı…Ertuğrul Özkök ise yaklaşık 29 Aralık 2009’a kadar yaklaşık 20 yıl boyunca Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapacaktı…

Hürriyet’in bugün yıkılıp yerine rezidanslar dikilen Güneşli’deki eski binasının ilk iki katı Belma-Erol Simavi çiftinin zevkleriyle döşenmişti ve duvarlarında ressam Ömer Uluç’un resimleri vardı.Erol Simavi gazetedeki tüm hisselerini 1994’te sattıktan sonraki dönemde bir gün kafe katındaki köşeye alüminyum doğramalarla bir kulübe oturtulduğunu gördük; burada D & R ürünleri satılacaktı.Ancak işçiler Ömer Uluç’un bir resmine de matkapla bir delik açıp vidalamışlardı…

Yılbaşı hediyesi denilince, aklıma Erol Simavi geliyor. Erol Simavi Hürriyet’in sahibiyken tüm çalışanları için her yıl sonunda birer özel hediye sepeti hazırlatırdı.Ve sepetler çalışanların eşlerinin adına evlere yollanırdı. Bu sepetler en çok eşleri sevindirirdi. En çok da bir patronun kendilerini hatırlamış olması gururlarını okşardı. Bir hayli dolu olurdu sepetler. Sonra bu gelenek Erol Simavi’den sonra kalktı Hürriyet Gazetesi’nden…

Orhan Pamuk

Orhan Pamuk bir kitap yazmak için boşuna 4-5 yıl uğraşmıyor; gidiyor, araştırıyor, soruyor, dinliyor, öğreniyor yazıyor ve bir “bozacı”yı bile 500 sayfada anlatıyor.

Elif Şafak

HaberTürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı Mayıs 2013’te “Elif Şafak artık bizde yazmayacak” dedi. Kötü haberi iletme görevi bana düştü…O dönem HaberTürk 210 bin satıyordu, Elif Şafak’ın “Aşk” adlı romanı 600 bin civarında sattı…

Sakıp Sabancı (1933-2004)

Forbes Dergisi 2004’te Sakıp Sabancı ve ailesinin servetini 3 milyar 200 milyon dolar olarak hesaplamıştı…Sakıp Sabancı’nın belki de en ünlü sözüyse: “Hayatta doyamadığım bir şey varsa, o da para değil, çalışmaktır…”

Gazetecilik mesleğine ilk adımlarını atan Doğan Satmış’a Sakıp Sabancı şunları söylemiş: “Ağaammm, geçenlerde Boğaz kenarında yürüyorum, balık satıyorlar ama fiyatları ateş pahası.Altın sanki mübarekler. Ben diyeyim 100, sen de 200. Yaklaşılacak bir şey değil. Ben balıklara bakıp istenilen fiyatı kafamda tartarken, herifçioğlunun biri Mercedes’le balıkçının önüne yanaştı, arabadan inmeden,en pahalı balığı gösterip,”Şundan iki kilo ayıkla!” diye emretti, fiyatını bile sormadı, cebinden çıkardığı bir tomar parayı uzatarak, balıkları aldı gitti.Benim ağzım açık, öyle kaldım.Ne zenginler var Ağam!” (1)

Aziz Yıldırım

Kızıltoprak Bafra Pidecisi’nin devamlı müşterilerinden biri de Aziz Yıldırım…Aziz Yıldırım her defasında iki kıymalı, iki peynirli pide söylermiş.

Süleyman Demirel (1924-2015)

“Süleyman Demirel ile bir araya geldiğimizde “Eğer Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurulursa, Türkiye’de 28 vilayeti tutamazsınız” demişti…Yıllar sonra 6-7 Ekim 2014 Kobani eylemlerinin Türkiye’nin sadece 28 vilayetinde yapıldığı haberlere yansıyınca Süleyman Demirel’in tespitinin önemini anladım…” (2)

Süleyman Demirel yakın çevresindeki insanlara müstehcen fıkralar anlatmasıyla da meşhurdu.Doğan Satmış kitabında bunlardan birine de yer veriyor…

Yaşar Kemal (1923-2015)

21 Mayıs 1981 ile 17 Mayıs 1995 arasında Fransa’nın 21. Cumhurbaşkanı olarak görev yapan, bu zaman diliminde yedi ayrı Başbakan ile çalışan François Mitterand 13 Nisan 1992’de T.C.’nin 8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın davetlisi olarak beş bakan ve iki yüz kişilik bir heyetle Türkiye’ye iki günlük resmi bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ziyaretinin ikinci gününde Ankara’dan İstanbul’a gelen Mitterand, Beyoğlu’ndaki Galatasaray Lisesi’nde Özal ile Galatasaray Üniversitesi Kuruluş Belgesi’ni imzalamıştı…Özal ile Mitterand aynı gün Topkapı Sarayı’nın Sarayburnu’ndaki iki kıyı köşkünden biri olan Sepetçiler Kasrı’nda bir öğlen yemeği verdi; tam bir sanatçı dostu olan, opera şarkıcısı Jessye Norman’dan Yılmaz Güney’e kadar sanatçılara destek olmasıyla ün yapan Fransa Cumhurbaşkanı hayranı olduğu Yaşar Kemal’i özel davetlisi olarak Sepetçiler Kasrı’ndaki bu yemeğe davet etmişti…1984’te Paris Elysee Sarayı’nda François Mitterrand, Yaşar Kemal dahil 20. Yüzyıla damgasını vurmuş dört kişiye (diğerleri: Joris Ivens, Elie Viesel, Federico Fellini) Legion D’Honneur madalyası vermişti.

Hayat

Hayat, sadece çalışmak, her sabah bir işyerine gitmek değil… Dağlara tırmanma sevdası eşini ve üç çocuğunu geride bırakıp Everest’e tırmanmaya çalışan, o sıralarda 37 yaşını sürdüren, George Mallory’nin (1886-1924) hayatına mal olmuştu… Yaşı büyük yazdırıldığı için 18 yaşında askere gidip şehit düşenler de var…(3)

Yazının dip notları:

1-Vehbi Koç’un ev sakinlerine yazdığı 11 Ağustos 1961 tarihli mektubundan: “Bütün ev halkından ricam: Muslukların fazla açılmaması, su israfına zerre kadar meydan verilmemesidir. Bu hususa dikkat edilmesini ehemmiyetle rica ederim.”

2-Süleyman Demirel 1 Mayıs 1995’te Milliyet Gazetesi temsilcilerini davet ederek “Batı ülkelerinin Türkiye’ye 10 Ağustos 1920’de tarihli Sevres anlaşmasının koşullarını 75 yıl sonra tekrar kabul ettirmek istediğini ilan etti…Sevres, 16 Mayıs 1916’da imzalanan Skyes-Picot anlaşması gibi Osmanlı mirasını / topraklarını paylaştıran bir anlaşmaydı. Sevres’e göre Türklere sadece İç Anadolu’nun ve Karadeniz’in bir bölümü bırakılırken bugünkü Türkiye toprakları Ermenistan, Kürdistan, Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaştırılmaktaydı…T.C.’nin kurucuları Rusya’da Çarlık yönetimini yıkan Komünist Partisi lideri Lenin’in yönetimiyle 16 Mart 1921’de Moskova anlaşmasını yaparak Sevres Antlaşması’nı geçersiz kılmak için ilk büyük adımı atmışlardı…

Süleyman Demirel’in “Eğer Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurulursa, Türkiye’de 28 vilayeti tutamazsınız” sözüyle bizlere ne söylemek istediğini daha iyi anlayabilmek için Abdullah Öcalan’ın 9 Ocak 2010’da “Kürtlerin Türkiye’nin Batı illerine göçmemesi, göçenlerin de geri dönmesi” çağrısını hatırlamak gerekiyor.

3-Everest öğretmen ve dağcı George Mallory’nin (1886-1924) eşini dul, üç çocuğunu babasız bırakmıştı…George Mallory Dünya Savaşı’nda 1915-18 arasında İngiliz ordusunda teğmenliğe kadar yükselmişti…Everest George Mallory’nin naaşını 75 yıl sonra 1 Mayıs 1999’da geri vermişti…”The Wildest Dream” adlı belgesel (2010) ve iki TV dizisi haricinde George Mallory’i konu olan kayda değer bir film bulunmamaktadır