İletişim ağları
çeşitlendikçe “ulaşım” zorlaşıyor mu ne? Artık SMS devri bitti. İnteraktif
iletişim daha cazip. Akıllı telefon artık cep bilgisayarı kıvamında. Ben bile
35 yıllık fotoğraf makinesi tutkumu telefona teslim etmişim var mı ötesi?
Kazadan sonra
biraz daha “rahat” olma halleri hasıl oldu. Ulaşılamadığım zaman rahatsız
olmuyorum, ihmal ettiğim zaman dünyanın sonu olmadığını düşünüyorum. Bu arada
dostları da kırıyor muyum? Anlayış
bekleme sırası bende. Fizik tedavi ünitesinde karşılaştığım bir piskriyatist
ile durumu konuştum. “Depresyon değil ama küçük bi travma durumu var. Olayın
farkında olmanız güzel, 6 ayda düzelir, eğer sorun devam ederse anti deprasan
ilaç kullanabilirsin” dedi. Bu kadar yani, darılmaca yok.
Tamam, başlıyoruz.
Giriş bitti, gelişmelere bakalım.
Ben doğduğu
topraklara sevdalı insanları severim. Köyünde yaşamasa da orada kalanların
yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik çalışan insanlara bayılırım. Kimbilir,
belki de artık “gidecek bir köyüm yok” ondandır.
İletişim ve
ulaşım diyordum ya. Yine böyle bi “kendini kapatma” anımda İbrahim Yıldırım
aramış. Siz onu Galeria Mağazaları’nın sahibi olarak bilirsiniz. Mesenger,
Whatsap, SMS ve birde cevapsız telefon araması.
“Hadi yaylaya
gidiyoruz” dedi. Avaranın meşgalesi çok oluyor ya. Öyleyim. Ama bu teklife
hayır diyemezdim. “Nevale” bağaca istiflendi. Akşam alacasında yola çıkıldı.
Tam zamanında menzile varıldı. İyice etkisini yitiren ışık nedeniyle fotoğraf
çekilmedi, sadece noktalar belirlendi. Sahi ovayı görebiliyorum da ne kadar çok
Sedir ağacından yapılmış tahıl ambarı var. Bir de türbeler. 3 tane türbe var
köyde. Meçhulün ev sahibi.
“Tabağınıza yiyebileceğiniz kadar yemek, hayatınıza
sevebileceğiniz kadar insan almalısınız. İsrafın lüzumu yok. Tabağınızdaki
fazla yemek karnınızı, hayatınızdaki fazla insan da başınızı ağrıtabilir.”
Demiş ya. İyi de demiş. 50 haneli küçük, şirin köyün mevsimsiz, ılık bir kış
akşamında bahçedeyiz. Tam da bu kıvamda. Fonda TRT Müzik, “Daha önceleri nerelerdeydiniz?”
Ne insanları konuşuyoruz, ne gündelik hırsları, ne siyaseti,
ne aşk yaralarını eşeliyoruz közde köpüren kahve ile keyifleniyoruz.
Bu arada avlunun hemen yanındaki “Amerikan Baraka” dikkatimi
çekiyor. İskenderun 1. Er Eğitim Alay komutanlığı 6. Bölük 1986 günleri. Tepe
taklayım. “Burası Marshall yardımı ile kurulan ilkokul. Daha sonra karşıya
yenisi yapıldı. Ama zaman içinde kapandı” diye bilgilendirdi İbrahim Yıldırım.
Bizim gri unların tersine bembeyaz unlarla yapılan pişinin cazibesine döndüm
Yavrudoğan Köyü’ne.
Bu kadar gezmeme rağmen uykuyu sevmeyen biri olarak sadece
yatağımda uyurum. Salondaki kanepe bile değil. Hal böyle olunca 2.5 saatlik
uyku sonrası sabaha kadar pencereden dolunayı izledim. Sahi dolunay uyku
mevzuunda etkili mi?
Burada “gündoğumu” olmayacak biliyorum coğrafi olarak. Çünkü
köyün doğusu dağ. Ev sahibim sabah erken
otlağa götürülen koyun sürülerinin fotoğrafını çekebileceğimi söylemişti.
“Alaca” filan değil, “zifiri karanlığı az geçe” süzüldüm bahçe kapısından dışarı.
Yok öyle “köpeksiz köy bulup değneksiz gezmek” erkenci bir ablamız uyardı,
“caminin ötesine gitme, köpekler var.”
“Antalya’da kartlaşan çağlalar burada henüz nohut kadar olmamış” derken
o muhteşem “ay batımı” ile karşılaşıyorum.
Ev sahibi yaklaşık 8.30 sularında uyanırmış not akşamdan alındı.
Salonun ortasında zamana inat ihtişamla duran guzine sobayı yaktım, üstüne çay
suyu koydum. Mutfağa uygun zamanda geçip menemeni yaptım. Her bi sağlık
sorunumu bi yana bıraktım kahvaltıda.
İbrahim beyin ofisinde gördüğüm yağlıboya Karaköy çalışmasının
açısından fotoğraf çekme talebim vardı. Sabahın sürprizi dağın yamacına ATV ile
tırmanıyoruz. Bin 200 civarında rakım. Eski günlerden kalma tavşan yuvalarını
görüyorum. Yeni yeşeren ovanın, gökyüzünde fotoğrafıma derinlik katan
bulutların keyfini sürüyorum. Bir de küçücük, ama rengarenk çiçeklerin
fotoğrafını çekiyorum.
Akşam saati sevgili dostum Ahmet Yıldırım’ın bahçesinde,
eşinin yaptığı mis gibi “yayla tarhanası” ile günü tamamlayıp dönüşe geçiyoruz.
Sonuç mu? Evet, sadece 24 saat. Ama bu kadar söze rağmen tadı
damağımda kalan süre. Misafir ağırlamak ta bir sanattır. İşin özü sanırım şu: “Sevildiğiniz yerde mutlu olursunuz.”