Bugün AKS’deyiz. Biraz geciktik ama “son dakika” seven bir topluma serginin son haftasında uyarı anlamında bir gezi yapalım istedik. Geçenlerde bir çarşı yolculuğunda yine AKS Cafe’ye uğradım. Yok kimseyle değil, sanatla buluşmaya niyetliydim. Açılışında gördüğümüz eserleri eğer açılış öncesi görememişsem seremoni sonrası bir kez daha görmek alışkanlığım var. “Neden beni çağırmadın?” deme. Senin işin çoktu, para kazanman gerekiyordu. Benimse kafamdan, bu yaz yaylada toprağın bana neler vereceği, bunları kimlerle paylaşacağım, ovada ne gibi çevre ve tarım haberleri yapacağımın planları geçiyordu.

Önce seramik bölümünü gezdim. Mehmet Tüzüm Kızılcan’ın birbirinden özgün eserlerini gezerken hayatın en uzak unsurlarını bir ara, taşa dönüşmüş olarak görünce kendimi bir an Pompei sokaklarında sandım. O seramiklerin “arkası görünecek kadar şeffaf” hallerine odaklanınca Side’deki mermer sütun başlarına bakıp “dantel dantel işlemişler mermeri” diyen Ümit Yaşara uzandı hafızam, parmağım deklanşörde.

Uzak zamanların Pompei’si, yakın tarihin Ümit Yaşar’ı derken Antalya’ya geliyorum. Burada da tarih 1955 ve sonrası. Eren Eyüboğ’nun Antalya’sı. Hikayeyi torun Bedri Rahmi Eyüboğlu anlatıyor. Ben “mor” şiire uzanıyorum tablodaki renklerin albesisinde, oysa gözlerim Döşemealtı kilimi tonlarında…

“Mor

Paris baharı bu, bulanık
Serde ressamlık var azıcık.
Bütün gün mor üstüne çalışmışım,
Boğazıma kadar mora gömülmüşüm.
Kulağımda bir akordeon sesi, mosmor.
Çok uzaklarda bir yüz morarıyor
Canımın acısı, dizimin sızısı mor
Kırk yıllık emektar başağrılarım mor
Seine Nehri bal rengi, Eiffel Kulesi mor
Kanlıca sırtlarında akşam oluyor..
……….
İnsanların hesabı kimden sorulur bilmem
Ama morların hesabı benden sorulur, benden... “

Bu coğrafyada “şusun-busun” kavgası da yeni değil, birilerinin bu coğrafyayı vatan seçip yerleşmesi de. Eren Eyüboğlu, 1907 yılında Romanya’nın Yaş kentinde dünyaya gelir. Yaş Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra 1929’da Paris’e gider.

1931’de, Andre Lothe Bedri Rahmi ile tanışırlar. Yaşamlarının sonuna kadar, birbirlerinden de resimden de vazgeçmezler. Maceralı beş yıldan sonra 1936’da İstanbul’da evlenirler. Hayatının sonraki 52 yılını “Türkiyeli” bir sanatçı olarak yaşar.

1955’lerde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından düzenlenen Vilayet Tabloları programında Antalya’ya gönderilen Eren Eyüboğlu, eli kolu tablolar ve eskizlerle dolu dönerken, o günleri şu sözlerle aktarır:

“Antalya’ya gittim. Meclis binası için kendime göre malzeme topladım. Orada birisine şöyle demiştim: Eski müzik ve eski resim diyorsunuz. Şimdi gideceğiniz yere kağnıyla mı gidiyorsunuz? Alaturka musikiyi anlamak isteyen bir ecnebi ne yapacak? Bu musikinin bütün ustalarının eskileri, yenileri, klasikleri hepsini dinleyecek, mukayeseler yapacak ve kendine göre bir neticeye varacak. Evlerimizde modern eşyalar var, giyim ve kuşamımız modern. Bunların tadını alıyorsunuz da niçin yeni resmin tadını almıyorsunuz? Müzik dinlerken notasını, bemolünü, diyezini biliyor muyuz? Müziğin ahengine bırakır gibi resmin de ahengine, söylemek istediklerine, kendinizi niçin bırakmıyorsunuz?”

Eyüboğlu’nun “Türk” olmadığı için bu projede yer alması sanat çevresinde rahatsızlık yaratır ama aslolan sanattır. Bu arada hatırlatalım, Kasım 2002’de Anıtkabir Müzesi yenilenip açılırken buradaki yağlıboya eserlerin tamamını Azeri sanatçı kardeşlerimiz yapmış. Ankara’da ressam yok muydu? Demenin esprisi yok.

Ne demiş Eren Eyüboğlu: “Yaşadım yaşayacağım kadar, çokça da resim yaptım.”

Not edin 11 Haziran son gün. Beni çağırma gelemem. Bir sonraki sergiye kadar yokum. Ama sonbaharda AKS Cafe’de kahve içebiliriz.

DSC_0138DSC_0122-1

BUGÜN KUNDU, YARIN GÖKSU BUGÜN KUNDU, YARIN GÖKSU

DSC_0144-2DSC_0143-1DSC_0141DSC_0139-1DSC_0138DSC_0092