Yat Limanı’ndan fiyat aldık, uymadı, aklımıza Kundu’da su sporları işi yapan kardeşimiz geldi, aradık, henüz sezon başlamamış buralarda, tekne bize özel sefer yaptı.

Yaklaşık üç yıl önce Kundu’da, Aksu Çayı’nın denize döküldüğü noktaya gitmiştim. Orada, suyun kenarındaki yapılaşma dikkatimi çekmişti. Sosyal medyada Aksu Belediyesi ve Büyükşehir’i etiketleyip, buraya bakın gidişat kötü demiştim. Evet, çay kenarı bildiğin konteyner kent olmuş.

BAHARA DAİR NE VARSA İŞTE “KURŞUNLU” BAHARA DAİR NE VARSA İŞTE “KURŞUNLU”

Görünen o ki, her tekne alan buraya “iskele” adı altında bir ev kondurmuş. Bilemem gari. Buna kafa yoracak değilim. Ben keyfini çıkarıyorum. Bütçem olsa bir tanede ben yapmam ama bir akşamüstü gider o teknelerde verilen balık lokantası hizmetinden de yararlanırım. Ben kanunlara saygılıyım, kanuni iş yapıyorsa kazananı kıskanmam.

Başlıkta ne demiştik? Bugün Kundu, yarın Göksu….

Yok, İstanbul yolculuğu görünmüyor ufukta.

Sadece Kundu’da çayın kenarına konuşlanan konteynerleri masalcıya İstanbul’daki, şiirlere, romanlara konu olan, Lale Devri’nin sembol sosyalleşme alanı Göksu Deresi’ni hatırlattı.

Teknemiz, yeşile çalan çaydan maviye çalan denize doğru açılırken yıllar sonra buranın bir cazibe merkezi olacağı, bugünkü konteynerlerin devasa değerlere ulaşacağını filan düşündüm.

Keyifli sohbetle teknemiz taaaa Fener bölgesine kadar geldi. Tek eksiğim sabah kahvemi içememekti. Oradan çark edip eski Lara Otel’in plajının açığına demirledi. Kaptana kıyıdaki küçük plajda kahve bulma olasılığımı sordum.

“Kıyıya kadar yüzebilir, kıyıda yürüyebilir, kahve dahil bişeyler içebilirsiniz” dedi ve ekledi, “Ben de yüzeceğim”, “O zaman kahveler benden” dedim. Bu arada teknede 3’ü bi arada kahve teklif etmişlerdi, geri çevirmiştim.

Tekneden balıklama bıraktım kendimi serin mavi sulara. Aha da o plajdayım. Tam bir aile ortamı, bir ara kendimi Ege’de bakir bir kıyı kasabasında sandım. Güleryüzlü bir aile. Kahve tabii ki vardı, hem de istersem demleme kahve bile.

Yakın tarihin en kıymetli kahvesini içerken sohbete de ortak oldum ki hiç tarzım değil. Birazdan kaptan da geldi. Kahvelerimizi bitirip döndük.

Şimdi bur’dan bir tavsiye. Amacınız tekne turu ise, Antalya merkezden taaa! Üçağız, Demre, Adrasan, Kemer diye tutturmak zorunda değilsiniz. Özellikle de buralara benim gibi defalarca gitmişseniz. İnanın maliyeti yarıya yakın düşecektir.

Başa dönüp Göksu hakkında bilgi verip sizi maviliklerle başbaşa bırakıyorum.

Göksu Deresi

Lale Devri'nde yaşamış olan divan edebiyatının çapkın şairi Nedim, Patrona Halil isyanında damdan düşüp ölünceye kadarki hayatının önemli bir bölümünü Sadabat'ta, yani Göksu Deresi'nde şiirlerinde anlattığı kadınlarla kayığa binerek geçirmiştir. Bunu hemen her şiirinde burdan bahsetmesinden anlayabiliriz (gidelim servi revanım, yürü Sadabad'a...)
Yahya Kemal Beyatlı ise;

“Gidelim Göksu’ya, bir âlem-i âb eyleyelim

O kadehkâr güzeli, yâr olarak peyleyelim

Bize bu tâliimiz olmadı yâr, neyleyelim

O kadehkâr güzeli, yâr olarak peyleyelim”

dizeleri ile özetlemiş bu güzel mekanı.

 Evliya Çelebi’nin buraya uğramamış olması da mümkün değil tabii. “Âb-ı hayat misal bir nehirdir ki Alem dağlarından cereyan edip gelir. İki tarafları yüksek ağaçlarla müzeyyen bağlardır ve ekseri yerleri Halıcı Zade bahçeleri ve un değirmenleridir. Bu nehir üzerinde bir tahta köprü vardır. Cümle erbab-ı sâfâ kayıklar ile bu nehirden ileri ferahfezâ köylere varıb ağaçlar altında zevk ve safâ ederler. Vacib-ül seyr bir mesiredir.”

kundu yat 23 (219)kundu yat 23 (3)kundu yat 23 (44)

kundu yat 23 (95)kundu yat 23 (115)kundu yat 23 (214)kundu yat 23 (159)

 NİZAMETTİN ÖZMEN