Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa,
Amerika ve Asya kıtasında 54 üyesi ile dünyanın en geniş katılımlı uluslararası
kuruluşlarından biridir. Üye sayısı NATO, AB gibi kuruluşlardan daha fazladır.
AGİT’te kararların oy birliği ilkesine göre alınmasıAGİT’in işleyişini
güçleştirmektedir. Alınan kararların hukuki değil siyasi olması dolayısıyla
bağlayıcılığı ve etkinliği zayıftır.
Ancak, AGİT; Soğuk Savaşın bitmesine olumlu katkılarda
bulunmuştur. Örgüt haline geldikten sonra oluşturduğu mekanizmalarla AGİT, bir
yandan insan hakları ihlallerinin izlenmesi, ekonomik, bilimsel, teknik ve
çevre alanlarında işbirliği sağlanması gibi klasik, diğer yandan çatışmaların
önlenmesi, bunalım yönetimi gibi yeni işlevleriyle uluslararası ilişkilere
büyük katkılar yapmıştır.
7 Haziran 2015 milletvekili seçimlerini
gözlemledikten sonra 18 Ağustos 2015 tarihinde ; (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu’nun, AGİT Parlamenter
Asamblesi (AGİT PA) ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) ortak
çalışmaları sonucunda hazırladığı yazanakta; “ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın yasaları ihlal ettiğini, medya özgürlüğünün ciddi bir endişe alanı
olduğunu, iktidar partisini eleştiren medya organlarının ve gazetecilerin seçim
kampanyası döneminde ciddi baskı ve sindirmeyle karşılaştıkları ifade edildi.Erdoğan’ın iktidar partisinin lehine geniş çaplı
televizyon yayınından yararlandığı belirtilerek, Cumhurbaşkanı seçimlerdeki
rolünün kampanyaya ilişkin yasal kuralları ihlal ettiğini ve bunun AGİT'in 1990
yılında yayınlandığı Kopenhag metni ve Avrupa Konseyi’nin 2002 yılındaki ‘hukuk
ile demokrasi‘ başlıklı belgelerine uymadığı”(*) tespitinde bulundu..
Aynı
şekilde son yapılan 16 Nisan 2017 Anayasa (Referandumunun) Halk Oylamasınıneşit
olmayan bir ortamda gerçekleştiğini, oy sayım yönteminin son anda yapılan
değişikliklerle seçim güvenliğini ortadan kaldırdığını, hukuki alt yapı ve
demokratik bir süreç bulunmadığını, Devletin İdare olarak “Evet” çalışmalarına
uygunsuz şekilde taraf olduğunu, medyanın eşit ve adil kullandırılmadığını,
Yüksek Seçim Kurulunun buna ilişkin yetkilerinin KHK ile ortadan
kaldırıldığını, oylamanın uluslararası düzenlemelere ve kurallara uygun
olmadığını bildirmiştir.
Buna karşı İktidar
Partisinden ve Dış İşleri Bakanlığından yapılan tüm açıklamalar; “Eyyy AGİT !”
narası niteliğindedir. Bu durum, daha önceki “değerli yalnızlık” dış
politikasının acıklı bir çeşitlemesi olarak değerlendirilebilir mi?
Adalet ve Kalkınma Partisi; 2002
yılında, iktidara gelmeden önce ve geldikten sonra Avrupa Ülkelerinin desteğini
alırken, Avrupa Birliğiyle müzakere sürecini başlatırken, bunları iç siyasette
kullanırken bu ülkeler iç işlerimize karışmıyordu da demokrasi, özgürlükler ve
insan hakları bağlamında AKP iktidarını eleştirince mi iç işlerimize müdahale
ediyor oldu?
Bu ne yaman çelişkidir!
Acaba bu çelişkinin nedeni BOP
(Büyük Ortadoğu Projesi) midir?
Avrupa Birliğinden
uzaklaşarak ABD’ye yanaşmanın arkasında Rıza Zarraf ve Halk Bankası Müdür
Yardımcısının tutuklu bulunduğu davaya sanık olarak dâhil edilme tehdidi mi
vardır?
Özellikle tüzel kişiliği
olan, birkaç ili de kapsayabilecek idari birimler oluşturma yetkisinin halktan
(şaibeli bir oylamayla da olsa) alınmasının bu çelişkiyle bir ilgisi var mıdır?
Bilmiyoruz, bildiğimiz şudur
ki Türkiye’nin laik, demokratik Cumhuriyetinin şimdilik demokratikliğini
kaldıran ve Anayasanın değiştirilemez maddesi olan 2. Maddesini, özellikle
“Hukuk Devleti ve Kuvvetler Ayrılığı” sistemini ihlal eden Anayasa
Değişikliğine ilişkin Halk Oylamasının Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında
yapılması dürüst ve adil bir seçim hakkının halka tanınmadığının açık
kanıtıdır. Çünkü iş adamları, gazeteciler, medya sahipleri, Üniversiteler,
yargıçlar, savcılar, Demokratik tüm örgütler, sendikalar, odalar, işçiler,
memurlar, aydınlar herkes devletin ve iktidarın baskısı
altındadır.
Bundan daha da önemlisi
Televizyon Kanallarının, Radyoların ve tüm Medyanın;oylamanın her iki tarafına
da eşit ve adil yarışma hakkı tanıyan298 sayılı yasanın uygulamasının, OHAL
yetkilerine dayanarak Kanun Hükmünde
Kararname ile kaldırılması bile, tek başına, Referandumun iptalini gerektirir.
Uydurma bir darbe
kandırmacasıyla ilan edilen OHAL’in ilanına gerekçe oluşturan olaylarla hiçbir
ilgisi olmayan bu Kanun Hükmünde Kararnamenin Anayasa Mahkemesi tarafından
iptali gerekirdi.
Ne var ki iktidar tarafından
2010 referandumu ile ele geçirilen HSYK’nın oluşturduğu Anayasa Mahkemesi; daha
halk oylamasının söz konusu olmadığı bir zamanda OHAL ilanından sonra
çıkarılacak KHK’leri denetlemeyeceğini ilan etti. Böylece laik, demokratik, hukuk
devletinin ve kuvvetler ayrılığının bulunmadığı bir düzene, yani Anayasaya
tamamen aykırı bir sisteme kapı açtı.
2017 Halk Oylamasının iptal
edilmesi hem yürürlükteki Anayasa bakımından hem de imzalamış olduğumuz
Uluslararası antlaşmalar bakımından zorunludur.