Yüzyıllardır süren bir çok savaşın adıdır bu coğrafya.

    Yeni olmayan yıllardır ilmek ilmek işlenen bir projenin sonucudur Filistin halkının yaşadıkları…

    Son günlerde İsrail’in Mescid-i Aksa’da yaptığı katliamlar ve Gazze’ye yönelik vahşice hava bombardımanları vesilesiyle Filistin, ülkenin ve dünyanın öncelikli gündemi haline geldi.


    Tabi ki bunu hepimiz biliyoruz. Bu duruma sürekli tanığız.

    Bu konu hakkında herkes bir şeyler yazıyor. Yıllardır yazıyor.


    Önce insan hakları savunucuları yazdı.

    Sonra sol düşünce tarafından sürekli gündemde tutuldu.


    Şu an toplumun her kesiminden destek gören bir mücadele söz konusu.

    Peki bu gündem yeni bir gündem midir? Nasıl oluşmuştu?


    Tabiki değildir.Bir asırdır süren ve kademe kademe ilerleyen, bir projenin, bir işgalin sonucudur bugün gelinen nokta.

    Kısa ve öz yazmak durumundayım.


    Yehova'nın meleğinin Yakup a yenilmesi ile Yehova meleği Yakup‘u İsrail(Yehova'nın meleğini alt eden )adı ile kutsar. Buradan  yola çıkılarak İsrail bu toprakların vadedilmiş topraklar olduğunu ileri sürer. Bu nedenle Yakup'un soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Bu olaydan sonra Yakup, Mısır'a göçtüğünde sülalesi İsrailliler olarak anılır. Kısaca İsrail Devleti'nin ismi ise bu olaydan gelir. Tabi ki bu süreç uzun bir süreç ama ders alınması gereken ibretlik bir süreç.


    Bununla birlikte Yahudiler devlet kurma çalışmalarına başlarlar. Aslın da (vadedilmiş topraklar) üzerine devlet kurma çalışmaları ilk önce Büyük Britanya'da görülür.


    Önce Filistin konsoloslukları Yahudilerin himayesine verilir. Sonra Yahudi faaliyetlerinin merkezi Büyük Britanya'dan Rusya'ya geçer. Rusya'da, Yahudilere, özellikle çiftçi Yahudilere  pogromlar yapar ve  Siyonistler tarafından ülkeyi terk edip Filistin’e yerleşmeleri teklifi yapılır. 1870 yılından itibaren çiftçi Yahudiler Filistin toprakları üzerinde tarımsal yerleşme merkezleri kurmaya başlarlar ve hikâye böylece başlar.


    Bu arada  unutmamak gerek Fransız General Napolyon Bonaparte, Osmanlı yönetimindeki Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini ortaya atar (1799)  .


    Bu dönemde Modern Siyonizm'in kurucu babası Theodor Herzl 2.Abdülhamit iki defa görüşmüş ve sonuç alamamıştır (1870).Böylece Osmanlı’nın yahudi göçü hakkında nasıl bir algıya sahip,anlaşılmak istenmiştir.


    1.Dünya Savaşı sonunda 2 Kasım 1917’de Arthur Balfour'un girişimiyle 1.Balfour Deklarasyonu süreci başlatılır. Milletler Cemiyeti 1920 yılında, Filistin üzerinde İngiliz mandasını tanır. Sonuçta Filistin'de bir Yahudi devletinin (İsrail) kurulmasıyla sonuçlanır. (14 Mayıs 1948)


    O dönemde 2. Abdülhamit ‘in neden görüşmelere cevap vermediğini ve bu müzakerelerden uzak durduğunu, boğazda uzun süre demir atan gemilerin, demir atma sebebini daha iyi anlamak mümkün. Siyonist liderler, karşılarına çıkan her fırsatı değerlendirme çabasında olmuşlar.


    Yahudilerin devlet kurma projesinin farkında olan Sultan 2.Abdülhamid, bu durumun önüne geçmek için elindeki bütün kozları kullanmış. Özellikle Filistin’e yapılan Yahudi göçünü önlemeye yönelik aldığı tedbirler, Yahudilere toprak satışının önüne geçmek amacıyla bölgedeki toprakları kendi mülkiyetine alması (Akgündüz, 2008: 44; Tellioğlu, 2015: 164), Siyonist liderler için büyük bir problem olmuştur.


    İstediklerini elde edemeyen Siyonistler için engel teşkil eden 2. Adülhamid’in emellerine ulaşabilmek için tahtan indirilmesi gerekmektedir. Sonun da çeşitli senaryolarla tahtan indirilir (1909) ama onun getirdiği toprak kanunu Yeni Türkiye Cumhuriyetin’nde değiştirilmeden Mustafa Kemal Atatürk tarafından  aynı şekilde uygulamaya konulur.

    Mustafa Kemal Atatürk’ün bu dönemde Siyonistlere karşı tutumu çok açık ve nettir.

    Atatürk"ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeci hatırlayalım.


    Mason localarını kapatan Mustafa Kemal Atatürk ‘ün kurulacak muhtemel İsrail devleti hakkındaki düşünceleri, gerekirse mukaddes topraklar için savaşmayı ön görmektedir. Ortadoğu" da bütün bir bölgede çıban başı olacak bir Yahudi Devleti ‘ nin kurulma aşamasında olduğunu sezinledikten sonra     “ Filisti’ne el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez. Hz. Muhammed"in ve kutsal “değerlerin hürmetine İslam"ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hıristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız. Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı"ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez…”demiştir .

    Ülkede herhangi bir faaliyete izin vermemiştir.


    İsrail’in geldiği süreç, güç ,geliş şekli acımasız  ve Filistin’in yaşadıkları uzun sancılıdır.

    Söz konusu politika değişmemiş yöntem aynı yöntem.


    Her sene Ramazan ayının son haftasında İsrail’in Filistin halkına uyguladığı bu şiddetin sebebi de dikkate alınmalı. Neden bayram öncesi ve bayram sürecinde bu saldırılar devam eder ,sonra diplomasi araya girer ve İsrail’in saldırıları durdurulur. Düşünülmelidir.

    Tabi bu sene mayıs ayını kapsaması cabası.


    Bu süreç için de Filistin halkına destek olmak insanlık görevi.

    Her şey tarihi detaylı ve iyi bilmekte yatıyor.Ayrıntılar önemli.


    Uyanık olmak ve politikamızı bu duruma göre yönlendirmek durumundayız.

    Tam bu noktada hoşçakalın. Görüşmek üzere….