İkinci bölüm de” kadın ve felsefe ” konusu ile ilgili yazmak istedim. Felsefenin her dalı yaşamın bir parçası olmuştur.


       Felsefe yaşamımızın kendisidir aslında. Tartıştığımız, gözlediğimiz yaşamın kendisidir. Sadece bu durumun bakış açısını kritik etmek ve değerlendirmeye almak gerekiyor. Materyalist olsun metafizik felsefe olsun aslında farklı yönlerde ama hep arayış vardır.


      Kadın konusu felsefeye dair incelendiğinde, tarih boyunca kadın insan mıdır sorusu gündeme gelir.

 

     Dikkatimi çeken bir durum tarihin ilk yıllarında ya da M.Ö 15.000/ 2000 yılları arasında bu konu tartışmaya açılmıyor. Aslında birçok konu tartışmaya açılmıyor. Bunu geri kalmışlık olarak değerlendiremeyiz. Acaba o dönemde ki (yazının önceki bölümünde değindiğimiz gibi) ,hayata bakış açısı ve hayatı paylaşma şekliyle mi ilgili. Bunu sınırlandırmamız da mümkün değil, çünkü arkeoloji sürekli yeni keşiflere gebe.


        Tabi önemli bir etken de filozofların erkek olması, bu değerlendirmeleri derinden etkiliyor. Cinsiyet yaklaşımı ilerleyen her dönem de var ve tartışmalar da ona göre yön buluyor.


       İnsan kendi görüş açılarına uymayan, ters gelen düşünceleri üreten insanlara karşı, farklı bakış açıları geliştirmiş veya eleştirel bakmışlar suçlayıcı davranmışlardır. Orta Çağ da bilim ve düşünce üzerinde çalışma yapan kadınlar ‘büyücülük’ ve cadılık’ ile suçlanarak, cezalandırılmışlar.

      İsterseniz bu kadınlardan bazılarının yaşamlarına biraz bakalım.

       Antik Çağ'da bilinen Krotonlu Theano ilk kadın filozoftur. M.Ö. 600-550 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.


      Krotonlu Theano en ünlü Pisagorcu kadın olarak tarihteki yerini almış. İlk kadın düşünürlerin Pisagor’un çevresinden çıktığı inancı var. Kendisi Pythagoras'ın (Pisagor) eşi, öğrencisi ve ilk takipçilerinden biridir. Matematik, geometri ve felsefe ile uğraşmış, reenkarnasyon öğretisini savunmuş. Eşinin ölümünden ardından Pythagoras Okulu’nu yönetmiş ve kız öğrencilere ders vermiş.


      Miletli Aspasia’nın ise hayatı Atina’da geçer ve Atinalı siyasetçileri etkilediği düşünülür. O dönemde Sokrates in kendisinden Retorik ya da eski ismiyle Belâgat, etkileyici ve ikna edici konuşma sanatı eğitimi dersi aldığı Platon tarafından yazılır. Felsefe ve retorik bilgisinin çok derin olduğu söylenmektedir. Antik yazarlar Aspasia'nın aynı zamanda bir genelev işlettiğini ve fahişe olduğunu da yazmış. Ancak bu söylem, Perikles’i küçük düşürmeye çalışan yazarlarca karalama amaçlı ileri sürülmekte ve evli olduğu belirtilmekte.


       Geçmişe baktığımızda her dönem de eğer soylu değil ise düşünen kadınlara aynı suçlamalar yöneltilmemiş midir? Bu geleneksel düşünce şekline de geçmişe ait atasözlerine, deyimlere, halk şiirlerine ve hatta masallara da konu olmamış mıdır? Çamur at izi kalsın mantığı.


     M.S. 370 yılından sonra yaşayan Hypatia, Yeni Platonculuğun revaçta olduğu bir dönemde İskenderiye’de yaşamış. Üstün zekâsı ve fark yaratan düşünceleri ile ön plana çıkmış.  Astronomi ve matematik dersleri vermiş. Ortaçağ inanç şekline, kadına ve bilime bakış açısından kaynaklı olsa gerek zor bir yaşamı olmuş. Hypatia Pagan olmakla, devletin işlerine karışmakla suçlanmış ve taşlanarak öldürülmüş. Trajik yaşam öyküsü Aydınlanma Dönemi'nde Hypatia efsane haline gelmiş. Bu efsane günümüze kadar ulaşmış, filmlere konu olmuştur. (İskenderiyeli Hypatia'nın hayatı "Agora" filminde sinemaya da aktarılmıştır).

        Hazerfan olarak tanımlanan kadınlarda var. Azize Bingenli Hildegard  (1098 – 17 Eylül 1179) Alman rahibe, yazar, besteci, alfabe mucidi, filozof, şüphesiz ki bir kadın olarak o dönemde bu vasıfların hepsi önemli, ama bence hezarfen olarak vasıflandırılması çok daha önemli. 


    Hayatının 30 yılını bir kadın hücresinde geçirmiş sonra rahibelik yemini etmiş ve kendi manastırını kurmuş. Ayrıca Mistisizm akımın önemli temsilcilerindendir, onun için Tanrı-insan ve kozmos bir bütündür. Farklı inanç şekillerini birbirine bağlayarak yazdığı yazılar günümüze kadar gelmiştir. Hildegard araştırmaları ile ilk doğa bilimcilerindendir. Güçlü kişiliği, inancı ve donanımı şüphesiz ki günümüz bilimine önemli katkılar sağlamıştır.

 

     Fransa’da yaşayan Marguerite Porete (1255-1320), kişinin tanrı ile kurulan bağın kendi içinde olması gerektiğini, bu durumun kilisenin katı kuralları ile ilgili olmadığını savunduğu için yakılarak öldürülmüştür. Yedi kitap yazmış, bu kitaplardan en bilineni “ İlahiyatın akan ışığı” dır.


  Christine de Pizan (bilinen adıyla de Pisan) (1363-1430) Avrupa'nın saygı duyulan ilk profesyonel kadın şairi. Orta çağ kültüründeki kadın düşmanlığı ile mücadele eden kadın yazar,10 yıl evli kalmış, boşandıktan sonra üç çocuğuna bakabilmek para kazanmak zorunda kalmış sürekli yazarak yaşamını sürdürmüştür. O dönemde bu durumu eleştiri konusu olmuş çok sayıda kitap yazmıştır.


      Evet, neden böyle bir yazı yazdığımı düşünebilirsiniz. Bu kadınlar bir ilkin öncüleri. Tabi ki sayıları çok daha fazla. Orta Çağ dönemi kilisenin hem siyaset hem de toplum üzerindeki gücünü temsil eden, aklın ve bilimin saf dışı bırakıldığı dönemdir. Her sistem den diğerine geçişte arkasından baktığımızda verilen mücadeleler, özveriler ve ödünler görürüz. Geçmiş söz konusu ise bu sürece kolay gelindiği düşünülmemeli, sıkıntı çekmiş ve bu mücadelenin sonuçlarını canlarıyla ödemiş kadınların olduğunu unutmayalım lütfen. Ortaçağın skolastik düşünce şekline rağmen üreten, düşünen, bilimsel konulara imza atmış kadınlar var. Bu kadınlar yazar çizen, okuyan, kitaplar yazmış, edebiyatla ilerlemiş, ortaçağ gibi zor bir dönemde mücadele ederek iz bırakmış kadınlar.


      Kadın yaşamın her alanında var. Erkek de var. Ama yaşamın her alanında insan olma bilinci yerleştiği zaman bence günümüz koşulların da yaşanan problemlerin büyük bir kısmı çözülecek diye düşünüyorum.

   

   İşte tam bu nokta da sevgiyle kalın . Hoşça kalın…