Düşünsenize bir anda dünya duruyor.
Nasıl duruyor?
Semih Kaplanoğlu’nun Buğday isimli filmi vardır. Bir
bilim adamının ölü topraklar bölgesine yaptığı yolculuğu anlatır. Kuraklık,
açlık, mülteciler ve genetik değişiklikler, diğer açıdan bir buğday tanesine
ulaşabilmek için verilen mücadele çırpınışın hikayesi. Doğanın renklerinin
olmadığı, kasvetli, siyah beyaz bir dünya, film siyah beyaz.
Yaşamımız duruyor, farkında mısınız?
Evet, şu anda mümkün görünmüyor.
İstediğimizi yapıyoruz gibi görünse de 1,5 yıldır
dayatmalı hapishane hayatı yaşıyoruz.
Son yıllar da bu durumu ne kadar çok yaşar olduk.
Örneğin doğanın nasıl boğulduğunu
hissetmememiz, görmememiz mümkün değil.
Aslında yaşadığımız her olay ya da durum
önceden tehlike çanlarını çalarak geliyor.
Daha önce de pandemiler olmuş.
Müsilajlar yaşanmış.
Yaklaşık 10 yıl öncede Marmara Denizinde gene müsilaj
oluşmuş.
Bugün Marmara denizinin nefes almasını engelleyen, üzerinde
yürünebilecek katman oluşturan, deniz dibinde ki canlıların ölümüne sebep olan
müsilajın oluşturduğu toplumsal kayıplar geleceğimiz için önemli tehdit.
Terör mü alın size terör. Hiçbir top tüfek bunu
oluşturamazdı.
Şu an nasıl bir dönemden geçiyoruz şöyle bir
durup bakalım mı?
Neye neden bakacağız dediğinizi duyar
gibiyim. Zaten bir buçuk senedir
dayatılmış hapishanemizden her şeyi izliyoruz değil mi?
Ne kadar izliyoruz, yeterlimi?
Diğer taraftan buna sebep olan da biziz.
Aslında doğanın insana sunduğu güzellikleri ve
kolaylıkları kaybettikten sonra durum ile ilgili bir farkındalığımız oluşuyor. İnsanoğlu
kaybettikten sonra kendisi için değerli olanı algılıyor.
Her akış bir harekettir.
Bu bizim için de,
evren için de, doğa için de geçerli değil mi? Bütünsel bir kural.
Sorumluluklarını
yerine getir sonra akışa bırak. Ama her konuda. Ondan sonra bir şeyleri
düzeltme ihtiyacımız kalmaz. Sistem düzenli, verimli, üzerine düşeni yaparak
ilerler.
Müsilaj, doğaya zarar veren her türlü eylem, bu duruma
meydan vermemizden kaynaklı.
Demiştik ya olumsuzlukları yaşadığımız her olay önceden
bizi uyarıyor. Doğanın kendisi uyarıyor.
Fark etmediğimiz yerde Tema, Greenpeace ve diğer doğanın
korunmasını amaç edinen dernekler devreye girdi, illa ki sürekli olarak bizi
uyardı. Tehlikeyi fark etmemiz ve gerekli önlemleri almamız için eylemlerini
sürdürdüler.
Aslında önlemler çok basit ve netti.
Kimyasallarınızı denizlere ve doğaya bırakmayacaksınız.
Kişisel çöplerinizi denizlere ve doğaya atmayacaksınız.
Geri dönüşüm ürünleri üreteceksiniz, kullanacaksınız.
Yerleşim stratejisini iyi belirleyeceksiniz. Ağaçlarınızı
kesip bina yapmayacaksınız.
Erozyonla savaşacaksınız.
Küresel ısınmaya sebep olacak ürünleri ve olayları
ortadan kaldıracaksınız.
Kişisel zevkleriniz, hırslarınız yaşadığınız dünyaya
zarar vermeyecek v.s. v.s.
Tüketim toplumu olma durumunun dayattığı koşullar,
mutlaka ki her daim ilerlemek zorunluluğunda olan sanayi, dış dünyaya karşı
donanımlı olma durumu kaçınılmaz. Bu durumun oluşturduğu koşulları en asgari
zararla nasıl atlatabilirizin yollarını bulmamız gerek. Umuyorum insanoğlu
varoluşundan bu yana doğayı kolayca katletmenin daha kötü sonuçlarını yaşamak
zorun da kalmaz. İnsanlık bu durumu fark etmek ve gerekli olan önlemleri tez
zamanda almak durumundadır.
Yoksa şu an Marmara Denizin de onda bir olan
canlı balık oranı geri dönüşümsüz sıfırla karşı karşıya kalabilir. Kızılderili
Şef Seatle’ın bir zamanlar söylediği söyleme çok geç olmadan kulak vermek
gerek.
“Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi
olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar.
Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı
tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda,
son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir
şey olduğunu anlayacak! “
Umarım bu durumu anlamak zorunda kalacağımız
günlere gerek kalmaz.
Belki
de ek olarak Kyoto Protokolü benzeri veya daha geniş kapsamlı bir protokol “uygulanmak
koşulu“ ile tekrar imzalanmalı.
Ya da dayatmalara gerek kalmadan devlet
olarak, sivil toplum kuruluşları olarak, hatta birey olarak üzerimize düşeni
yapalım.
Yaşadığımız coğrafyanın muhteşem güzelliğine
ve verimliliğine daha fazla zarar vermeden, değerlerimize sahip çıkmak adına
bir ucundan da biz tutalım.
En küçük gördüğümüz durumdan, çöplerimizle
doğayı, denizlerimizi kirletmeden, yerden bir çöp alarak başlayalım katkımıza.
Her şey
inanmış bir kişi ile başlar.
Bir kişi bin kişi….
İşte tam bu noktada hoşça kalın. Görüşmek
üzere…