KUTSAL Kitabımız OKU diye başlamış inmeye. “Ben okumak bilmem!” diyeni kim okutacak? Öğretmen…’ Ey halkım! Okuyan, öğrenen, düşünen, aklını kullanan bir insan ol; sürünün bir parçası olma!’  dercesine… Buna karşın –Türkiye dışında- o kitaba uyduklarını sananlar, dünyanın geri kalmış,  bilgisiz,  insan hak ve hukukundan habersiz olanlarından. Ve biz de koşar adım onlara karışmaya can atıyoruz sanki. Dünya çapında bir siyasi, askeri, insani lider olan Atatürk’ü biz yaratmamışız gibi…

ANAYASA’MIZIN 42. Maddesi: “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.  (…) Eğitim ve öğretimi, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.(…) İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır. (…) Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim ve öğretim; araştırma ve incelemeyle ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez. (…) Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk vatandaşlarına, ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” dediği halde şu anda bile eğitim ve öğretim hakkından yoksun milyonlarca yurttaş var.+ Atatürk ilke ve devrimleri kimi basın-yayın ve adalet organlarında suç sayılmakta.+ Devletin gözetim ve denetimi kişisel amaçlar için gevşetilmekte. + Artık ‘türbanlı’ olması da istenen parasız zorunlu eğitim paralı; görevli eğitim elemanları da ‘sözleşmeli’ yapılmakta. + Araştırma ve inceleme eylemleri ezberci eğitime dönüşmekte. + Türkçe dışında yeni diller gündeme sokulup ulusal birlik ve dil birliği parçalanarak bozulmakta…

“ÖĞRETMENLER, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır! + Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister!..” diyen Atatürk’e inat, yeni nesil eski nesle dönüştürülmekte, özgürlükler duvarlar arkasına atılmakta  ve kutsal bir meslek olan öğretmenliğin kaynağı kurutulmakta: Öğretmen Okulları’nın, Köy Enstitüleri’nin, Eğitim Enstitüleri’nin, Yüksek Öğretmen Okulları’nın yetiştirdiği öğretmenler artık özlemle anılarımızda yaşamakta.+ Yaratılan öğretmen boşluğu,  akli değil, nakli (yani dinsel)  eğitim gören İmam Hatip çıkışlılarca, ayrıca, kadrolu değil,  sözleşmeli öğretmenlerle doldurulmaya çalışılmakta; binlerce Eğitim Fakülteli öğretmenin resmen atamaları yapılmazken günümüzde. + Çalışanlardan ise insanca yaşamaya yetmeyen aylıklarla kendilerine, öğrencilerine, içinde yaşadığı topluma yararlı ve örnek bir yaşam sürmeleri beklenmekte, nasıl olacaksa?

“DÜŞEN bir yaprak görürsen / Daima beni hatırla/ Biliyorsun seni ben/ Bir sonbaharda sevmiştim//Her sonbahar gelişinde/ kuru kuru yapraklarda/ Kırık dallar arasında/ Sen gelirsin aklıma//” gibi sözleri olan bir şarkı var.  Bana sürekli 1980 armağanı olan 24 Kasım Öğretmenler Gününü anımsatır, saygıdeğer öğretmenlerimi anımsatır.  Bu mesleğin içerik yönünden çürütülmesine hizmet eden, Atatürk ilkelerine ters, zorunlu din derslerini Anayasaya sokup laik, çağdaş uygarlığa aykırı bir yol açan o darbe, bir kara mizah gibi, Atatürk’ün Başöğretmen olduğu güne dayamakta sırtını… Oysa geldiğimiz noktanın o büyük kurtarıcıyla, o büyük kurucuyla, onun yaratmak istediği hakkını arayan, kişiliğini savunan yurttaşlarla,  duygusal değil bilimsel-  akılcı-  dünyanın kapılarını açan eğitim sistemiyle hiçbir ilgisi yok bugün.

YARIN değil ülküsü bugünkü yöneticilerin. Bunların ülküleri Yeni Osmanlılık ve dinsel dogmalarla beslenmiş, İran’da ve Suudi Arabistan’da hüküm süren çağdışı anlayışı yaşamımıza sokmaya çalıştıkları DÜN.

BU duygu ve düşüncelerle sevgili öğretmenim kutlu olsun 'Öğretmenler Günü’nüz!..