SELANİK’TE 15 Ocak 1902’de doğan, 3 Haziran 1963’te Moskova’da sonsuzluğa kavuşan; önce yurt dışında, neden sonra da ülkemizde ün kazanan bir ünlü Türk’tü o. Nerelerde yaşarsa yaşasın, hangi dünya görüşünü paylaşırsa paylaşsın bizimle, nerede kavuşursa sonsuzluğa kavuşsun onun tüm duygu ve düşünceleri Türkçe olarak geldi dile.

BİZİ biz yapan; kimliğimizi, kişiliğimizi bize veren Kurtuluş Savaşı günlerinde o da katıldı İstanbul’dan Ankara seferine. Görev aldı. Hizmet verdi. Şiirleriyle, yazı ve konuşmalarıyla halkı etkiledi, yönlendirdi. İşgalci sömürgenlere karşı savaşan bir ülkenin yurttaşı olmanın mutluluğuna erdi. İyisiyle kötüsüyle, tek yüzlüsüyle ikiyüzlüsüyle, kadınıyla erkeğiyle halkını sevdi. Yeri geldi övgülerle göklere çıkardı onu, yeri geldi eleştirdi yerdi. O eleştirilerden birini okuyup bu günlerle karşılaştıranlardan kimileri yerlere batırdı onu, kimileri de isteyerek ya da istemeyerek ona hak verdi.

SON yılların siyasal ve toplumsal yaşamını ve bizim (halk olarak) bu dönemdeki etkimizi ve tepkimizi anımsayarak okuyalım onun aşağıdaki ünlü şiirini. Haklı mı, değil mi; gerçekten öyle miyiz? Değil miyiz ona göre karar verelim. Dünya çapındaki ve 108 yaşındaki şairimizi ondan sonra bir daha değerlendirelim. Ve Nazım Hikmet Ran’a: “Işıklar içinde kal!” diyelim

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLÛKU

“Akrep gibisin kardeşim
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi
Serçe gibisin kardeşim
Serçenin telaşı içindesin
Midye gibisin kardeşim
Midye gibi kapalı ve rahat
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkaksın kardeşim
Bir değil
Beş değil
Yüz milyonlarlasın maalesef
Koyun gibisin kardeşim
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılıverirsin hemen
Ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani
Hani şu derya içre dalıp
Deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf
Ve bu dünyada, bu zulüm
Senin sayende
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin
-demeye de dilim varmıyor ama-
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”