Dünya Gazeteciler Günü’nde öğretim üyeliği yapan bir gazeteciyi kaybetmekle kalmayıp, Türkiye’nin önde gelen aydını, yurtseveri, Kemalisti olan, mütevazi insan, değerli bakan, devlet ve siyaset adamı bir değerden daha fazla yararlanma olanağını kaçırmış bir gazeteci olarak ne yazayım, 21 Ekim’e dair…

Yıl, 1999. Daha birkaç aylık öğrenciyken Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki dersine gelen Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı kaybettik…

Katlettiler, 21 Ekim’de…

Faili malumken meçhul oldu…

Ve ben o gün bir kez daha iyi ki gazeteciliği istemişim dedim. Çünkü ilkeli, dürüst, halktan ve haklıdan yana bir yayıncılığın ne denli önemli olduğunu, her şartta Cumhuriyet ve ilkelerinden ödün verilmemesi gerektiğini biz o kısacık tanışmışlıkta ondan öğrenmiştik…

Kimbilir kaç kişiye dokunuştu Kışlalı…

Yazılarıyla, kitaplarıyla, dersleriyle…

Ama daha fazla aydınlatmasına izin vermediler…

O vakit biz aldık, o bayrağı Kışlalı’dan…

Binlerce, on binlerce, milyonlarca Kışlalı olduk…

Ama şartlar hoş değil…

Gazeteci, tutuklu…

Gazeteci, ‘maskara’…

Gazeteci, ‘terörist’…

İşsiz…

Güvencesiz…

O yüzden 21 Ekim’e dair pembe tablolar çizemiyoruz…

Basın özgürlüğü, demokrasinin olmazsa olmazıyken basın özgürlüğünde sınıfta kalmışız…

Güzel ülkemde medya tek ses, tek renk olmaya doğru gidiyor…

Kaybediyoruz sesimizi…

Rengimizi…

Ve maalesef çok yakında büyük bir kriz yerel medyayı da yaygın medyayı da bekliyor…

Hatta o kriz geldi…

Döviz kuru vs…

Kağıt, boya vs girdi maliyetleri katlanıyor…

Varsın olsun biz kalemimiz tükenene dek yazacağız…

Çizeceğiz…

Konuşacağız…

Aktaracağız…

Bizi takip ettiğiniz için var olun…

Sen de ışıklar içinde uyu hocam…

#AhmetTanerKışlalı