Ağzınızla kuş tutsanız da yaptığınız hizmetler her zaman eleştirilmeye mahkumdur.
Belediye başkanlığı koltuğuna oturan ismin partisinin
hiçbir önemi yok. Zira yaptığı hizmetler göz ardı edilerek sadece eleştirmiş
olmak için eleştirilmek bu işin doğasında var.
Yener Ulusoy, Hasan Subaşı, Bekir Kumbul, Menderes Türel,
Mustafa Akaydın dün hangi gerekçelerle eleştirildiyse bugün de Muhittin Böcek
aynı gerekçelerle eleştiri oklarının hedef tahtasında.
Antalya'nın ilçelerinde de durum merkezden farklı değil.
Manavgat Belediye Başkanlığı görevini üç dönemdir
sürdüren Şükrü Sözen de eleştiri yağmuru altındadır.
Hadi, iktidar partisinin CHP'li bir belediye başkanına
haksız suçlamalarla yüklenmesini siyaseten kabul ettiğimizi varsayalım. Siyaset
böyle bir şey deyip geçelim...
Ancak yapılan bu eleştirilerin çoğunluğunun 'partizanlık
kokması' mide bulandırıcıdır.
Özellikle bazı eleştirilerin sosyal medya üzerinden
yapılıyor olması da kafa karıştırmaktan öteye gitmiyor...
Çoğu insanımız yapılan bir hizmeti neden ve niçin
eleştirdiğinin farkında olmayarak, yaşadığı kente ek bir katkı sunmaz, bilakis
zarar verir.
Doğrudur. Belediyeler politik kurumlardır. Doğaldır ki,
belediyelerin politik tercihi, belediyenin üretimine yansır. Ama bu üretim
halkın çoğunluğunu memnun edecek şekilde planlanır.
Belediye başkanı o koltuğa oturduğunda elbette ki bir
siyasi tercihi vardır, çünkü partilidir ama hizmetinde siyaset kavramı yoktur.
Olmamalıdır da...
Kente yapılan hizmetler bütünü kapsar, sadece o başkanı
koltuğa oturtan partilileri değil...
İnsan sormadan edemiyor; hizmetin bu kadar içinde olan
Sözen, hizmette tarafsızlığını ön plana çıkardığı için mi acaba bu kadar
eleştiriliyor?
Bireyin hayatına dokunan kurum belediyedir. Belediye
dokunur, yön verir, siyasal duruş kazandırır.
Belediye dönüştürür...
Özellikle 6360 sayılı Büyükşehir Yasası’ndan sonra
insanlarımızın nasıl bir siyasi yelpazeye oturtularak dönüştürülmeye
çalışıldığının farkında olmamak sizce körlük değil midir?
Büyükşehir Yasası öncesi ve sonrasında Manavgat
Belediyesi'nin yaptığı hizmetleri bir kez daha gözden geçirirken aklımdan
şunlar geçmişti:
Birçok belediye proje yaparken, insanları birbirinden
ayıran değil, birbiri ile yaklaştıran değerleri ortaya çıkarmayı esas alarak
proje üretme gayretindeler.
Ayrıca 'Dezavantajlı Gruplar' diye de bir kavram çıktı.
Yıllar önce belediyelerin bu konularla ilgili proje
üretmelerine gerek yoktu. Çünkü ayrılık, gayrılık kavramları toplumda
konuşulmuyor, konuşulması dahi ayıp sayılıyordu.
Dezavantajlı gruplara gelince taa Osmanlı Dönemi'nden
geçtiğimiz yıllara kadar 'fakir fukara' veya 'ihtiyaç sahibi' gibi kavramlar
kullanılırdı.
Dezavantajlı grup olarak, iç göç ile kentlere göç eden
mağdur vatandaşlarımızdan söz edilmiyordu.
Geçtiğimiz yıllarda belediyelerin böyle bir hizmet üretme
ihtiyacı yoktu.
Ama şimdi var...
Pandemi, afetler, yangınlar, sosyal yardım yapma
mecburiyeti bizleri bu gerçeklerle yüzleştirdi...
Sosyal çalkantılar arttıkça belediye hizmetlerinin nitelikleri
değişiyor.
Belediye başkanları eleştirilmez değil elbette
eleştirelim...
Arsızlığı, hırsızlığı, yolsuzluğu varsa, kamu malını
çıkar sağlamak amacıyla birilerine pazarlıyorsa eleştirelim, karşı duralım...
Ama bunların hiçbiri yoksa da hizmet üreten başkanları
parti içi çekişmelere kurban etmeyelim... Onlar zaten iktidar partisiyle
yeterince cebelleşiyorlar...
Sözen'in, belediyenin kısıtlı bütçesine rağmen Irmak
Kenarı ve Side'de hayata geçirdiği proje (diğerlerini saymıyorum bile),
belediyecilik anlamında ülke genelinde övgüyle karşılanırken, Manavgat'ın da
yüz akı olmuş yüzyılın projeleri olarak değerlendirilmektedir.
Tüketen, hep konuşan, sistemin kımıldayan ve hareket eden
nesnesine dönüşmüş olan, okumayan, kendini geliştirmeyen bir toplum bağımsız
olamaz.
Sevgili Manavgat'ım;
Galapagos kuşları gibi kendi öz evlatlarını yeme!
Dönüştürülmeye çalışılıyorsun artık ne olur bunu anla!...