İşgal nedir?

Zorbalıkla bir yeri ele geçirmektir.

 

Zorbalığın şekli değişir. Bunu bir ülke üzerinden işlersek; ülke yönetimi zayıflamıştır ki tarihimizde var, “hasta adam” pozisyonuna düşürülür, ondan sonra masaya oturtulur.

Ülke paylaşılır, bir parçasında mevcut yönetim yaşamaya razı edilir. Şimdi olaya Afganistan üzerinden bakarsak, yani “işgal” mi “teslim” mi ucu çok açık. O kadar dinlediğim, okuduğum uzmanların bile söyleyip- yazdıklarına baktığımız zaman bu harbiden sıkıntılı bir süreç.

 

Ben olaya başka taraftan bakacağım. Şimdi bir kesim bir ara “endişeli modern” diyorlardı ya. İşte o kesimin bir endişesi var zaten.  6-7 yıldır Suriye'den gelen hatta Ortadoğu'dan durdurulamayan bir göç var.

Bunun nedeni de Türkiye, Batı’ya geçiş köprüsü. Benim yurdumun bile büyük bölümünde iç Anadolu'da, Doğu Anadolu'da hayattaki tek hedefi Batı ülkelerine geçmek orada adam gibi yaşamak olan insanlar var.

Bu arada Mahsun Kırmızıgül'ün “Güneşi Gördüm” filmini de bir izlemenizi tavsiye ederim. Ülkemi aciz, Avrupa’yı cennet gösteren film.  Şimdi endişeli modernleri anlıyorum.  Aslında ben de bu noktada artık “endişeli modern” çizgisindeyim.

Şimdi; ülke yönetimi zaaf göstermiş, birileri baskı yapmış, ülke yönetimini ele geçirmiş.  Bu bir işgal mi? işgal evet ama benim yurdumun yaşadığı işgal biraz daha farklı.  Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği hedeften, ülkeyi getirdiği çizgiden hızla uzaklaşan bir Türkiye var artık. Maalesef son 70 yıldır ülkeyi yöneten merkez sağ anlayışla buraya geldik. 90'lı yılların sonunda “Geçiş olacak ama kanlımı canlı mı?” diyen düşüncenin gidip yerine “kanlı” değil ama “canlı” bir geçiş yaşıyor Türkiye.

Benim yurdumda maalesef Afganistan'da, İran'da yaşanan bu “İslami modele geçiş” diyelim hadi buna özenen insanlar bunu özlemle bekleyen Türkiye'de aynısını bekleyen bir kitle var.

Şimdi asıl sorun, buradan gelen insanların alttan alta bizim yaşam biçimimizi işgal etmeleri var. “Dağdan gelen bağdakini kovar” örneği. Bunu biz 80'lerde 90'ların başında Antalya'da İç Anadolu ve Güneydoğu'dan gelenlerin kendilerine benzetme baskısını yaşadık.  O dönem Antalya kent merkezinde yaşayanların da yaklaşık yüzde 60’ı köyde doğmuş, iş, okul gibi nedenlerle şehre taşınmıştı.

Geçtiğimiz günlerde yanlış hatırlamıyorsam Norveç Parlamentosu çarşafı tartışıyordu.  Avrupa Parlamentosu’nda Avrupa ülkelerindeki parlamentolarda bunları da duyuyoruz. Yani bu değişimin (buna bir değişim dersek) sadece bizim sorunumuz olmadığını biliyoruz. Oralardan “köle” diye Avrupa'ya taşınan insanların zaman içinde kendi yaşam modellerini oturtmaya çalışmasını göremediler.

Antalya'da Vali Alaaddin Yüksel (kulakları çınlasın) nargile ile ilgili mücadele süreci başlatmıştı. Yüksel'in bu mücadelesi tabii kendisinin gitmesiyle bitti. Tıpkı Vali Münir Karaloğlu'nun “Toka takma Kemer tak” projesi gibi o da rafa kalktı. Siz de farkında mısınız? Artık plajlarda, kafelerde çok daha fazla nargile tüketen var, hatta evinin balkonunda.

Etkileşimin olmaması mümkün değil.  Bunu bir yere yazın. Benim iki tane evladım var, artık yetişmiş sayılabilirler ama ben sadece kendi çocuklarım için kaygılanmıyorum. Bu coğrafyada torunlarım içinde kaygılanmıyorum. Çünkü ülke bizim, çocuklar bizim, gelecek o çocukların.

Dünya uyuşturucu ticaretinin merkezi olarak bilinen Afganistan'dan gelenlerin ne ile geleceğini, Türkiye'de bu piyasayı nasıl etkileyeceğini, bu piyasa içinde nasıl rol oynayacaklarını kim ölçtü? Ölçmeye çalıştı mı?  Ve biz bu coğrafyada yaşayanlar; acaba buna bir önlem alabilir miyiz, bu noktada kaygılarımız var mı, büyüklerimizi bu konuda uyarıyor muyuz? Ben ciddi anlamda kaygılıyım. İnşallah küçük Afganistan olmayız. Küçük Amerika olmayı herhalde becerdik ama küçük Afganistan olmayız inşallah.