Nerde o eski Çamlıca?

 

Biz Çamlıca'nın üç gülüyüz,

Aşk bahçesinin bülbülüyüz.

Dillerde gezer söyleniriz,

Gamsız yaşarız eğleniriz.

Yalnız gezene söz atarız,

Naz eyleyene biz çatarız.

Yüz bin kokulu gül satarız,

Vallahi cana can katarız.

 Aslında bu sayfaya Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” dizeleriyle başlayacaktım ama olmadı. Yesari Arsım Arsoy’un şarkısı daha ağır bastı. 1990’lı yıllarda çok ama çok fazla, Handel’in “Org Konçertosu” Mozart’ın “Bir gece Müziği” ve Hamiyet Yüceses’in “Makber”i kadar dinlediğim Yesari Asım Arsoy albümünde vardı bu şarkı.

 “Çamlıca” deyince sizin aklınıza ne gelir bilmiyorum. Bizim kuşağın gözlerine siyah- beyaz 37 ekranda Ahmet Özhan dizileri iner. Bugün yazıyı hazırlarken internette araştırma yaptım. Şarkının hikayesini merak ettim. Çünkü geçmişte bi’şeyler okumuştum bu 3 “gül” hakkında.

Üstadımız rahmetli Doğan Hızlan yazmış, Hıfzı Topuz’un kitabını tanıtırken. Ondan alıntı yapalım.

“….. İyi öğrenim görmüş üç güzel, alımlı kız. Perihan, Neriman, Ümran. Babaları eski Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Hulusi Bey. Çamlıca'da bir köşk, köşke gelip gidenler, değişik siyasal tercihleri savunuyor.

Kimileri İmparatorluğu, kimileri Milli Mücadele'yi, kimileri de “manda”yı. İşgal altındaki İstanbul'da yakışıklı Fransız ve İngiliz subayları. Güzel kızlarla arkadaşlıktan hoşnutlar. Üstelik dillerini bilenlerle daha yakın arkadaşlık kurabiliyorlar. Flörte varan.

Köşkün ve kızların durumunu romandaki bir bölüm aracılığıyla tasvir edelim:

‘‘1920 yılının güzel bir bahar günü Hulusi Bey köşkte görkemli bir parti düzenledi. Bu resepsiyon mevsimin ilk büyük toplantısı olacak ve İstanbul'daki en üst düzeydeki işgal kuvvetleri temsilcileriyle Kabine'nin ünlü bakanlarını ve Hürriyet İtilaf Partisi'nin ileri gelenlerini bir araya getirecekti. Servisi yapmak için Pera Palas'tan Rum ve Ermeni garsonlar getirilmişti.

Handan Hanım kızlarını da seferber etmişti.

Kızların üçü de o yıllardaki yaygın modaya uyarak saçlarını koyu renk fularla bağlamışlar, alınlarının üstünde birer perçem saçı bırakmışlar, kulaklarını da birer lüle saçla örtmüşlerdi.

Gerdanları da bir hayli açıktı. Ayaklarında yüksek topuklu zarif ayakkabılar vardı.’’

Partide kurulan dostlukla, üç güzel kız, İstanbul'daki gizli direniş örgütleriyle iş birliği yaparak, İngilizler ve Fransızlar’dan önemli bilgiler sızdırmışlar, silah depolarındaki silahların Anadolu'ya sevkini sağlamışlar.

Hariciye Nazırı babaları, işgalden pek şikáyetçi değil. Verdiği davetlerle bunu ispatlıyor. Hálá siyasal umudu tükenmiş değil.

 Hıfzı Topuz'un yeni romanı Milli Mücadele'de Çamlıca'nın Üç Gülü, yakın tarihimizin, yaşama ve ihanet temposu yüksek bir dönemini işliyor.

Romancıya göre bu üç kız yaşadı, belki de Yesari Asım Arsoy'un ünlü “Biz Çamlıca'nın Üç Gülüyüz” şarkısının ilham perileri onlardı….”

Çamlıca’ya yine Samet ve Kübra ile çıktık. Kübra “yeni gelin” den ziyade “evin kızı” duruşuyla öyle bir kahvaltı hazırladı ki, Çamlıca tepesindeki tek kullanımlık serme kahvaltı tabağına dönüp bakmadık bile.

Yıldız Parkı girişinde 1988 yılında yediğim Gumpir’in lezzetini aradım ama bulamadım. Limonata iç güveysinden hallice.

Uzun süredir gidemeyenler, ya da hiç gitmeyenler için tespit yapalım. Ne o dev “kule” ne çokça tartışılan camii. O kadar bina dikilmiş ki Çamlıca’ya, “Çam” artık ağaç değil, tabelada yazı. İstanbul Büyükşehir mi, bir başkası mı kontrol ediyor bilemem ama, burada bir “genel bakım” faz olmuş.

Bugünlük bu kadar. Yarın tura devam edeceğiz başka tepelerde…