“Dünya, aslında ilk oluştuğu zamandan itibaren sürekli
soğumakta olan bir gezegendir. Toprak yüzeyi kazıldıkça çekirdeğe
yaklaşıldığından, sıcaklık da artmaktadır. Yeryüzü toprak ve sularla kaplı olsa
da, aşağılara inildikçe soğumayan kısımlarla karşı karşıya gelinebiliyor.”
Nazım Hikmet bu konuyu 1948 yılında “Bu dünya soğuyacak
günün birinde/ hatta bir buz yığını/ yahut ölü bir bulut gibi de değil/ boş bir
ceviz gibi yuvarlanacak/ zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız..” dizeleriyle
anlatmış. Evet 1948. 70 yıl önce. O zamanlar “küresel ısınma” kavramı girmemiş
literatüre.
Ne birilerinin inisiyatifinde inip çıkan döviz, borsa,
faiz rakamları, ne belaltı seviyesinin altına inen siyaset. Aslolan doğadır.
Doğayı ne kadar “yaşabilir” korursak o kadar yaşayacağız.
Daha evvel de yazdık. Artık karpuzumuz “kabak aşılı ve
serada yetişiyor. Sadece o mu? Meyveler de örtü altı. Eskiden “turfanda” vardı,
“çok kazanma” hırsı; sebzeden meyveye ne varsa “mevsimsiz”leştirdi.
Gökdelenleri diktik şehirlere, hem ısıyı yükselttik, hem rüzgarı kestik.
“yayla” dediğimiz bölgelerde bile tarlalar, bahçeler seraya çevrildi.
Geçen yazımızda söz etmiştik. Ilık bir Murtana akşamında,
Turan Şahin’in evinin bahçesindeyiz. Üstümüzdeki dut ağacına bakıyorum. Yaprakları
bile kımıldamıyor koca ovanın ortasında.
Son iki yılda sebzeden meyveye her şeyin yaklaşık 1 ay
önce olgunlaştığını anlatıyorlar. Üzümde, incirde, dutta. Hala tarlaya ekilen
sebzelerde de böyle olmuş. Buna şaşırıyoruz da, yaz ortasında dolu vuran meyve
bahçelerine şaşırmıyoruz.
Nedir bu küresel ısınma?
“Küresel İklim Değişikliği (KİD) insani endüstriyel,
tarımsal ve enerji tüketimi gibi faaliyetlerinin sonucu olarak atmosferdeki
miktarı ve yoğunluğu artan sera gazlarının neden olduğu iklim değişiklikleridir.
Bu iklim değişikleri kuraklık, çölleşme, yağışlardaki dengesizlik ve sapmalar,
su baskınları, tayfun, fırtına, hortum vb. meteorolojik olaylarda artışlar gibi
belirtilerle kendini gösterir.”
16 Ocak 1990- 31 Aralık 1992 arası Yeni İleri
Gazetesi’nde geceleri de çalışırdım. Anadolu Ajansı bültenlerinin tamamını
okur, bizim gazeteye girecek haberleri kategorisine göre ayırır, habere göre 3
satırdan, 1 veya 2 spot ile başlığını hazırlardım. O zamanlardan hafızamda
kalan bir haber, “önlem alınmazsa 25 yıl sonda iklim kayması olacak. Akdeniz
Bölgesi Şam, Karadeniz Bölgesi bugünkü Akdeniz iklimini yaşayacak” şeklinde bir
görüş vardı.
Peki ne yapalım? Çoluk çocuğu çöl iklimine, konservelere
mi alıştıralım. Serde Yörüklük var, başka iklimlerde yaşam koşullarını mı
araştıralım.
Bakın birileri bişeyler yapıyormuş. “Rise For Climate
(İklim için Ses Ver) Küresel Etkinlik Günü.” 8 Eylül’de gün geçtikçe derinleşen
iklim krizine karşı başta yerel yönetimler olmak üzere karar alıcıları somut
taahhütler vermeye çağıracak bir eylem.
350.org Türkiye temsilcisi Efe Baysal, “İklim krizi
kendini sellerle, aşırı sıcaklarla, orman yangınlarıyla, ani hava
değişimleriyle her geçen gün daha fazla hissettiriyor. Önümüzde iki yol var; ya
umursamayacağız ve gelecek nesillere kabarık bir iklim faturası ve yaşamın gün
geçtikçe zorlaştığı bir dünya bırakacağız ya da geleceğimiz için, gezegenimiz
için iklim için ses vereceğiz.”
Türkiye’de şu ana kadar kesinleşen yedi etkinlik noktası
var. İstanbul’da boğazın iki yakası Kadıköy ve Sarıyer’de, Kırklareli’nde,
Çanakkale Kazdağları ve Güzelyalı plajında, Antalya– Alakır Vadisi’nde ve
Eskişehir– Odunpazarı’nda gün özelinde çeşitli etkinlikler gerçekleşecek.
Haa. Bir de ayet var. HÛD SURESİ 44. AYET: 'Ey yer,
suyunu çek ve ey gök sen de tut!' denildi. Böylece su çekildi, iş bitirildi,
(gemi) Cudi'nin üzerine oturdu ve: 'Zalimler topluluğu yok olsun' denildi.