Balkondan içeri giresim gelmiyor. Balkonu camla kaplayacak sponsor mu bulsam bilemedim. Yine bu sabah ilk iş balkondayım. Aman Allahım, o da ne. Muhteşem bir dolunayla karşılaştım.

Çok geziyorum ya. Çok insanla da bir araya geliyorum. Kaygılanma sevgili okur, #maske #mesafe #hijyen kurallarını unutmuyorum. Geçtiğimiz günlerde bi dostum, “Müteahhit sana yakında tanıtıma verdiğin katkıdan dolayı plaket verecek” dedi.

Bir diğeri de ilave etti: “Toptancı Hal sayende imaj yeniliyor” dedi. Plaket de beklemiyorum Toptancı Hal’den bir kasa zerzevat da. Hatta “teşekkür” de beklemiyorum. Alkıştan beslenme evresini aştık.

Alkış deyince aklıma bi fıkra düştü bak. Bir uçak, ilkel bir kabilenin arazisine düşer. Tek kurtulan elinde gitarı ile bir sanatçıdır. Ateş yakılır, kazan kurulur. Dans başlar. Bi ara reis gürler. “Alkışlayın…” bir süre alkıştan sonra yeniden dans, yeniden alkış filan derken büyücü reise neden bunu yaptığını sorar.

“Büyücüsün ama cahilsin. Bu sanatçı. Alkışladıkça şişer, sana da bana da bi porsiyon fazla düşer.”

Günlerden serin 1 Kasım sabahı. Erkenden kalktım. Malum geçen hafta da masallamadık okuru. Bu hafta ıskalama şansım yok. Bu arada, bu sayfada geçen hafta 2. Antalya Sahaf Festivali masalı olmamışsa bunun sorumlusu ben veya gazetem değildir.

Yeni adresim, çocukluğumda Serik’teki evimizden sonra oturduğum en manzaralı ev. Balkondan içeri giresim gelmiyor. Balkonu camla kaplayacak sponsor mu bulsam bilemedim. Yine bu sabah ilk iş balkondayım. Aman Allahım, o da ne. Muhteşem bir dolunayla karşılaştım.

Konyalılar Restaurant’ta Kelle-Paça ve kokoreç ile biten gecenin sabahı, 4 kişilik çekirdek ailemin kahkahadan inleyen sohbeti sonrası mağrur bir sonbahar sabahı. Derdi ya Sezen Aksu, “ben her bahar aşık olurum…” ben her mevsim aşığım doğaya.

Bir yandan fotoğrafları kaydediyorum, bir yandan kendi dizelerimi mırıldanıyorum.

“Ay yükseliyor penceremden,
sordum;
sana gidiyordu bulut alacasında.
unutulmuş anımsamalar yükledim
güvercin beyazlığında kanat kanat.
birazdan sende olacak ay, aç pencereni.
kanatlarında özlemimle
güvercin girecek
bi bayram coşkusuyla.
yüreğimi getirecek,
or’da mı yüreğin?

süzülürken Üsküdar üstünden Süleymaniye’ye doğru ay,
bi sayı tut aklında ve geriye doğru say,
geldiğinde son rakama o sayı,
sen orda,
ben burada,
bi kez daha gömelim yüreğimize bu sevdayı.

gömelim ki; öyle kolay çıkmasın
gömelim ki; (Perge’de mozaikleri kumla örttükleri gibi)
yıpranmasın.
etkilenmesin dış etkenlerden,
sığ sevgiler üstte kalsın,
han yolcusu ya da sel gibi,
hep yaşasın bu sevda,
betona dönmüş kum gibi.” 

vay bee Mayıs 2005’te döktürmüşüm.


“….Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur….”

Diyen de ben doğmadan önce Necip fazıl. İşte ben yine uzaklardan bir ses duyuyorum. Yok, Recep Tayyip Erdoğan Değil, Hakan Tütüncü, Necip Fazıl Kısakürek okuyor. Okumaya, dinlemeye doyamadığım şiir.

Bu arada bi derdim var, gözlerim minaredeki alemi seçemiyor. Oradaki hilali dolunay ile buluşturma derdine düşüyorum. Mutfak penceresi ile balkon arasında mekik dokurken, Karşı blokların camlarına, sırtımı döndüğüm güneş vuruyor.

Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...