Sabah kente girdiğimizde göremediğimiz deprem etkisinin başka boyutu ile karşılaşıyoruz. Gündüz çiğ köfteciden konaklama ile ilgili bir öneri almıştık. Taksici de aynı yeri uygun görüyor. Hemen oracıkta bir çorbacıya giriyoruz. Evet 3 gündür yegane yemeğimiz çorba. Buralara özgü paçaçorbasının tadına bakıyoruz. “Eh işte” durumu. Buraya adını da yazalım ki, işini iyi yapmayanı, deprem felaketini fırsata çevirenleri herkes bilsin. İşletmenin adı Medya Rezidans. Gecelik fiyatı 120 TL imiş ama “bana” 100 TL olmuş. Tek isteğimin rahat bir yatak sıcak bir duş olduğunu söylüyorum. Bana 1 numaralı odayı layık görüyor işletmeci. Kardeşi de bir sürü ulusal gezetenin Elazığ temsilcisiymiş “Medya” adı burdan zahir de “Rezidans” olayı muallak.

Odaya giriyoruz. Küf içinde bir mutfak. Bir tek kişilik amele yatağı, bir kanepe, bir masa ve duvarda tv olan bir oda. Ama soğuk, ama havlu yok, ama sıcak su yok, ama yatak resmen tütün balyası gibi kokuyor. Tüm iyimserliğimle uyumaya çalışıyorum. Ama gece saat 01. 30 suları bir kadın sesi binayı 3.5 şiddetinde sallıyor. Karşısında nasıl bir erkek varsa ağzına geliyorsa saydırıyor. Bi ara kapı çarpılıyor ki şiddeti 4.8 filan. Gel de uyu. Bu arada memleket yeniden sallanmış. Ben sabah haberlerinde duydum valla. Ölçeği 4.8 di sanırım.

VATANDAŞIN İNANCI ZAYIFLAMIŞ

Sabah erkenden sokaktayız. Isı -3 derece. O saatte bile ev taşıyanlar var. Caddeler sokaklar yine nakliye araçlarıyla dolu. Türkiye değilse bile çevre illerin nakliyecileri buraya akmış durumda. Ara sokakta bir börekçi görüyorum. O da ne? Kürt Böreği. Miss gibi görünüyor. Sabaha kadar üşümüş bedenim ısınırken hem kahvaltı yapıyorum, hem fotoğrafları düzenliyorum.

Yeniden sokaklardayım. 3 ayrı yönde belediye otobüsüne binip rasgele yolculuklar yapıyorum. Otobüsteki vatandaşlarla, şoförlerle depremi konuşuyorum. Zaten selamlaşmanın ardından kurulan ilk cümle “sizde hasar çok mu?” Öyleki otobüste, kaldırımda, pastanede, lokantada herkes ama herkes depremi konuşuyor. Genel kanı mı? Kimse yardımların hakettiği yere ulaşacağına inanmıyor. AFAD depolarında biriken erzakların bir ance ulaşmamasından şikayetçiler. Ve deniliyor ki; “Bu yardımlar depoda birikecek. Bu arada vatandaşbaşının çaresine bakacak. Erzaklar da İblid başta olmak üzere Suriyeliler'e dağıtılacak.”

Bu arada Elazığ sokaklarında bolca “İblid'e yardım” afişleri var. Dün İblid'dekilere ev için yardım istenilen Elazığlılar, bugün çadıra muhtaç. Öte yandan Elazığ Belediyesi'nin depremden hemen önce Karşıyaka Mahallesi için başlattığı “Kentsel Dönüşüm” çalışmasının afişleri de, en az İblid'e yardım afişleri kadar ironik duruyordu.

DEPREM ESNAFI 2 KERE VURDU

Esnafla sohbet ediyoruz. Ortak kanı; “Elazığ'da deprem esnafı 2 kere vurdu. Öncelikli olarak o da depremzede. Memur, maaşını almaya devam eder. Ama boşalan bie şehirde esnaf kime ne satış yapacak. Saolsular memleketin dört yanından yollanan yardımlar en az bir yıl yetecek kadar. Esnaf bitti” diyorlar.

Elazığ ziyaretimizin en önemli diyaloğunu, sabahın köründe adres sorduğumuz 20 yaşındaki genç kız kardeşimle yaşıyoruz. “eski” , “yeni” kavramını unutup “Valilik Binası nerde” deyince “bende oraya gidiyorum. Dolmuş bekliyorum birlikte gidelim” dedi. Konuşmaya başladık. Sohbette “baba” figürü yoktu. Sormadım. Anne çalışıyor. 10 yaşında erkekkardeşi şeker hastası. Genç kızımız mı, Fırat Üniversitesi'nde İngiliz dili edebiyatı okuyor, bir medikal firmasında çalışıyor. Tabii ki o saatte Sheksppare konuşmadık. Deprem anında kardeşi banyodaymış, bayılmış. Annesi işteymiş. Komşularının uyarılarına rağmen kardeşini bırakıp evden çıkmamış. Yarım saat kadar sonra çıkmaya çalıştıklarında apartman merviveninin yıkılmış olduğunu görmüş. “Allah'tan bodrum kattaydık Pencereden çıkabildik. Şimdi evimize giremiyoruz. Köyde evimiz vardı, ama orası tamamen yıkıldı. Biz anneannemde kalıyoruz. Hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz” dedi. Bunları anlatırken beklediğimiz yere dolmuş gelmedi, durağa kadar yürüdük. Ve sıkı durun, bomba geldi. O gencecik kızımız, “misafirimiz siniz. Yaramıza merhem olmaya gelmişsiniz.” diyerek benim dolmuş paramı ödedi.

Son bir kahve içip Diyarbakır'a gitmek üzere yola çıkıyorum. Tüm gördüklerime, tüm duyduklarıma rağmen gencecik kızın hayata tutunuşunun “bu ülke kolay yıkılmaz. Sallantılar bir uyarıdır” düşüncesini sırt çantama yükleyerek...