FİNİKE’DE 20 SAAT
Doyamadığım kıyıda yürüdüm, martıların
fotoğrafını, onarılan Finike konaklarını fotoğrafladım. Bi kahve içtim, Avlan
gölünün dip balçığı ile derinliğini kaybetmiş denizde; diz boyu suda balık
avlayan, rızkını martılarla paylaşanları izledim.
Finike, bende doğduğum Manavgat, büyüdüğüm Serik ne kadar varsa,
Finike’de o kadar var. Belki sakinliği, belki içinden akan dereler ve upuzun,
bakir sahili etkili bilmiyorum ama çeken bişey var.
Bir kez daha aldığım geceyarısı kararıyla yola düştüm. Dönüş planı
yapmadan. Akşam saati vardığımda koşar adım balıkçı barınağına gittim. Burayı
sabah gördüm, fotoğrafta çektim ama akşam saatini yakalamam gerek. Geçtiğimiz
günlerde Eğirdir Gölü’ndeki dalgakıranda aradığımı bulamama sebebim, burayla
karıştırmakmış onu da anladım.
Bi akşam çayı içecektim, henüz demini almamış ama mis gibi nohutlu pilav
varmış. Eyvallah, tokum ama yanımda bekleyen güzel bir köpekle paylaşmamda
sakınca yok.
Bu arada Finike belediye başkanımız Mustafa Geyikçi de telefon bekliyor.
“Hadi bizim sosyal tesislere gel, bi süre ordayım” dedi. 1990’lı yıllarda
buralarda “müzikhol” mekanlar vardı, anladın sen. Bu arada beton ve gösteriş
seven avanenin mekanları büyütüp içinde bizi boğduğu coğrafyada belediyenin
işlettiği, 1970’le kıvamında, “Çay Bahçesi” havasında, sade, tertemiz bir
mekanda kahve içtik.
Konuştuklarımız mı? Oraya sonra gireceğiz.
Akşam yemeğini tek başına yedikten sonra otele çıktım. Evet “çıktım”
çünkü Yat Limanı’na bakan tepenin üstünde. Vakit geç, sabah 06.45’doğacak
güneşi, marinadaki yelkenli teknelerin arasından görme planım var.
Ama gece uyuyamayınca, alarmı kurup sesi kısınca güneşi kaçırıyorum.
Gene de iniyorum limana. Gene de o kadrajı ayarlayıp basıyorum deklanşöre.
Bugüne kadar kaydettiğim en güzel marina fotoğraflarından birini yakaladım.
Kahvaltı saati. “Dostluktan emekliliği gelmişte yaşa takılmış” modunda
yine buluştuk Mehmet Baysarı ile. Akşam telefonda, “Güzel bi yere götüreceğim”
demişti. Bahçe arasında giderken “n’oluyor?” dedim. “Seni hiç kötü yere
götürdüm mü? Dedi, haklıydı.
Myra’dan çıkıp denize inen suyun başında, portakal bahçesinin içinde
güzel bir yer, Türkuaz’mış adı. Bu detaya da sonra gireceğim, hatta 15 gün
sonra gidip kano yapasım var.
Mavikent’teki dededen kalma evleri, yani ata yurdunu gezdik birlikte.
Merkeze indik, vedalaştık, ilk fırsatta daha dolu bi programa.
Doyamadığım kıyıda yürüdüm, martıların fotoğrafını, onarılan Finike
konaklarını fotoğrafladım. Bi kahve içtim, Avlan gölünün dip balçığı ile
derinliğini kaybetmiş denizde; diz boyu suda balık avlayan, rızkını martılarla
paylaşanları izledim.
Bu arada size biraz da Finike’yi tarif edelim. Belki bilmeyen vardır.
Finike, Antalya'nın batısında
yer alan turistik bir ilçedir. Doğuda Kumluca,
kuzeyde Elmalı, kuzeybatıda Kaş ve
batıda da Demre ilçeleriyle
çevrilmiştir.
Eski ismi Phoenicus.
Fenikeliler tarafından M.Ö. 500'lerde, liman kenti olarak kurulmuştur. Finike
ilçesi antik çağda ise Likya (Teke
Yarımadası) olarak adlandırılan bölgede bulunmaktadır. Teke Yarımadası'nda M.Ö.
3. bin yıldan beri yerleşim vardır. Fakat yapılan arkeolojik araştırmalar bu
bölgede M.Ö. 2. Bin yıldan eskiye giden bir kent henüz tespit etmemiştir.
Bölgenin günümüzde kullanılan resmi isminin (Finike) tarihsel herhangi bir
geçmişi bulunmamakla birlikte, 'Fenike' isminin cumhuriyetin ilanından sonra
ülke genelinde yaygın bir kamu politikası halini almış olan “Türkçeleştirme Hareketi”
kapsamında 1937 yılında, dönemin İç İşleri Bakanlığı Dahiliye Nezareti
tarafından çıkarılan vilayetler tüzüğü ile değiştirildiği bilinmektedir.
İlçenin temel ekonomik
geçim kaynağını iç turizm ve tarım oluşturmaktadır. İlçede yetiştirilen tarım
ürünleri arasından portakal ve mandalina ön plana çıkmaktadır.
Finike ilçesi ve
çevresinde hakim olan ekonomik yapı tarımsal karakterlidir ve varolan ticaret
ve sanayi de tarımsal yapıya dayanmaktadır. Yörede en büyük geçim kaynağı turfanda sebzecilik ve narenciyedir. Bunun yanı
sıra bölgede az da olsa balıkçılık vardır.