Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde (sf.14), Dirse Han’ın hatununun okuduğu şiirle anlıyoruz ki Türk kadınının kocasına ve zorla bulduğu oğluna olan sevgisine ve bunu ifade edişindeki güzelliğe başka hiçbir yerde rastlanmaz. Yine aynı hikâyede (sf.17) kıymetli oğlunu öldürmek istediği halde, sonradan 40 namerde tutsak olan kocasını kurtarmak için oğluna yalvarışı vardır: “Babanı 40 namertten kurtar; yürü oğul, baban sana kıydıysa san babana kıyma gel…” Bu, göz açıp gördüğü, gönül verip sevdiği.”Dirse Han’na olan saygıdan, bağlılıktan doğan mukaddes sıcaklığın yalvarışıdır.

BELKİ aynı kadın Burla Hatun olarak Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması hikâyesinde geçecektir(sf.25). Esiri olduğu düşman büyüklerine kadeh dolduruvermemek için, onların zevkine alet olmamak için, oğlunun etini yemeyi göze alan bir namus kahramanıdır. “Kol but olup yeryüzüne düşmeyince, yalnız oğul haberini almayınca kâfir yollarından dönmeyeyim.” diyen bu safi gönül aynı hikâyenin bir yerinde: “Umanına, usanına aş yedirdim, aç görsem doyurdum, yalıncak görsem donattım.” diyen bir hayırsever anadır.

BU analar, hatunlar bir vakit Banı Çiçek’ti, Salcan Hatun’du. Evlenebilmesi için kendisini geçecek, kendisini yenecek Türk delikanlısını şart koşan genç Oğuz Kızları, “Evin Tahtı” oldukları vakit; örnek aldıkları Türk kadınlarını geçerlerdi. Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek hikâyesinde (sf.36-40) bu çizgiler görülür. Genç Oğuz Beyi’ne gönlünü kaptıran, aradığı hususiyetleri onda gören Banı Çiçek: “Mademki böyle oldu, hemen şimdi ileri gitmek gerek Beyoğlu.” der ve utanır. Yasların en acıklısı, en gönül doyuranı aynı hikâyenin kırkıncı sayfasındadır.

KAN Turalı’nın yolunda üç canavarla çarpışarak hak ettiği Salcan Hatun’u, uyuyan yiğidini korur. Sitem etmeye kalkan sevgilisine arkadaşlığını, bağlılığını şöyle ifade eder: “Bey yiğit, baş esen olsa börk bulunmaz mı olur? Bu gelen çok kâfirdir savaşalım, dövüşelim, ölenimiz ölsün, diri kalanımız odaya gelsin”(sf.85). Kâh o yiğit kadınlığına rağmen tevazu gösterir(sf.87), kâh sevimli bir kadın çırpınışıyla: “Bre kavat oğlu kavat, ben aşağı kulpa yapışırım, sen yukarı kulpa yapışırsın. Bre kavat, okunla mı, yayınla mı?..” der. Sevgilisini er meydanına davet eder ve ardından ’demrenli ok’la atmaya yanaşamaz: “Demrensiz okla ben seni sınardım. Öldürmeye ben seni kıyar mıyım?(sf.88), der. İşte bu gelin; temiz sevgisi sayesinde Oğuzlaşmış,  Türkleşmiş, bir kâfir kızı olduğunu unutmuş, pırlanta bir kadındır. Kendisi gibi, kocası gibi gençler yetiştirmeye namzet bir Türk gelini…