BİR AB MASALI

 

BİR varmış bir yokmuş. Oğulları ailelerini Avrupa Birliği’ne sokmuş. Bir bakmış ki aile, AB’ye girenler için orada yaşananlar şok üstüne şok’muş. Bizim hava alanlarımızda yaşanan sıkıntı ve zorluklar oralarda yokmuş. Yeşil Pasaport bile kolaylaştırıyormuş işleri. Özellikle dert olmuş, dönüşte, kendi ülkelerine girişleri.

GİDERKEN daha boşça olan uçakta koridorlarda dolaşıyormuş, oynuyormuş çocuklar. Sürekli yolcuları uyaran, bilgilendiren bayan görevliler, dil bilmeyenleri bile etkileyip yapmışlar görevlerini; işaret diliyle çözümlemişler problemlerini. Herkesin görebileceği düzeyde bir ekran, her an bulundukları noktayı gösteren bir haritaymış sanki. Kalkışından, yönelişten inişine kadar: “Rahat olun, öğrenin, şuradayız, şu durumdayız!” mesajı iletiyormuş yolculara. Tüp geçitlerle girilip çıkılan uçak tepeden bakıyormuş Balkanlar’a, bulutlara; bulutsuz yerlerde de sanki cetvelle parsellenmiş yemyeşil tarlalara. Yeşilin bin bir tonu göz alıyormuş, mutlandırıyormuş insanı. ADI ister Almanya’da Frankfurt, ister İsveç’te Stockholm, ister Danimarka’da Kopenhag olsun değişmiyormuş sosyal hava ve yaşam. Artık kendine dönük önceliği yaşıyormuş insan. Kimseyi rahatsız etmeden, kimseyi gürültüyle bezdirmeden, kimseye sözle bile baskı kurmadan… Örneğin herkes yatmak zorundaymış saatler 22’yi gösterirken. TV’ler kulaklıklarla izlenirmiş ki sesinden ne alttaki üsteki; ne de yandaki yanındaki rahatsız olsun. İstenirmiş ki WC işi bile 22’de son bulsun. Sifon şarıltısı bile yasak o saatten sonra; çünkü yaşam sabahın altısında başlayacak koşmaya. “Aynı apartmandaki dairelerine giderek bir selam versek komşulara!” önerisi reddedilmiş oğul tarafından. ‘Kuşku uyandıracağı için, şikâyet edilirsiniz polise.’ gerekçesiyle. Bir apartman girişinde bir duyuru okutmuşlar bir bilene: “Şu dairemize, şu ülkeden gelip yerleşen komşumuz için bir tanışma toplantısı yapılacaktır, şu gün, şu saatte!” Herkes hediyesini alarak katılacakmış, yeni komşuyla tanışılacakmış. Ha!..Merdivenlerde her karşılaştıkça güler yüzle selam en vazgeçilmez uygar bir alışkanlıkmış.

BİR gezi öncesi bakmışlar ki araba yok garajda. Çalınmış. Ertelenemeyen gezi bir arkadaş arabasıyla yapılmış. “İnşallah bulunmaz araba!” dileğiyle gezmişler gelmişler. Almışlar bedelini yitik arabanın sigortadan. Yeşilmiş her yer: ormanlar, parklar, evler… Ve tertemizmiş. Bizde: “Temizlik imanın yarısıdır.” derler ya, doğruymuş demek ki! Temizlik orada, pislik bizde. İman aynı iman olduğuna göre çelişki aramak niye? Kent yolları parke taşlarla döşeli, her yapı dış görünüş yönünden aynı. Güzellik disiplin altında. En basit bir değişiklik katı kurallara bağlı. Diyelim bu kentte tüm evlerin dışı kırmızı tuğlalı. Diyelim şu kentte de tüm evler beyaz boyalı… Yok, kanalizasyonmuş, yok metroymuş, yok nehir altı, denizaltı yollarmış… En az 150 yıllıkmış. Yol altı, yol üstü köprülerle doluymuş beldeler. Bir ülkeymiş tüm Avrupa. İlden ile gezermiş gibi gezilirmiş ülkeler. Asayiş gibi, trafik gibi sorunlar sadece sorumluları ilgilendiriyormuş. Her Avrupalı yurttaş sorumluymuş dirlik ve düzenlikten. Özürlülerin de yararlandığı ‘sesli trafik lambaları’ varmış. Akan trafik, özürlü yurttaşın bir düğmeye basmasıyla durur ya da akarmış. (Hani Kalekapısı’nda bir vakitler vardı ya!). Adımını caddeye attı mıydı yaya,  şaşırmayın Avrupalının insan yaşamına gösterdiği saygıya. En acı olaylar da (Hitler’in eseri), en tatlı çikolatalı senaryolar da yaşamaktaymış. Devlet sosyalist değil ama yurttaşların huzur ve mutluluğu için (onun kesesinden kestiği alıntılarla) her şeyi sağlamış. Onun içinmiş örneğin Adana’da kaza geçiren işçinin hayatı için Avrupa’dan uçak ya da helikopter gelişi.

ADAMLAR, Sn.  Yılmaz’ın Sn. Okuyan için dediği gibi fazla ciddiye almışlar işi!.. Yok mu ki oradaki yöneticilerin gelecek endişesi?