Geçen hafta ki merhaba yazımızdan sonra bu hafta kendimiz ile ilgili birkaç şeyi belirtmek gerektiğine inanıyoruz: öyle ya eğer toplumsal konularda yazacaksan önce hangi tarafta olduğunu açıkça belirteceksin.  Gerekirse bedel ödersin, ama zamanı gelince de bedelini ödetirsin… öyle bir sağa bir sola çalkalanmanın alemi yok.

Her gün bir adet Cumhuriyet ve bir adet Birgün gazetesi alırım. Ve elbette elinizde tuttuğunuz gazeteyi okurum.

Bütün dinlere eşit uzaklıktayım, ama ‘ilim Çin de de olsa git öğren!’ diyen Muhammed’e , ‘Öldürmek en büyük günahtır!’ diyen İsa’ya hayranım. Nazi kamplarında çoluk-çocuk can veren Yahudileri unutamam, ancak Filistin zorbası İsrail devletini de hani elimden gelse..  Haçlı seferlerinde ‘ Kafir öldürmek sevaptır!’ diyen kilise rahiplerinden ve Buda heykellerini yıkan dallama sürüsünden nefret ederim.

Sadakat ve itaate katıksız inanırım… zeki olmayı değil, akıllı olmayı önemserim. ‘Dayak cennetten çıkmadır.’ lafını benimser ve zamanı geldiğinde uygularım.  İflah olmaz bir tarih meraklısıyım.

Yeter mi?

Malum Sivas şehrinde 1993 de insan olanın utanacağı bir katliam yaşandı 33 insan göz göre-göre öldürüldü. Malum çevreler hala bunun bir suç olmadığını ısrarla savunuyorlar.. bu katil sürüsünden biri  geçenlerde iradeyi seniye ile af edildi..şimdi ne beklersiniz bu yaşını başını almış adamın ağzından bir iki pişmanlık cümlesi.. olup bitenlerden çıkardığı dersler..kutuplaşmanın dik alasını yaşayan ülke insanlarına düşman olmanın manasızlığını anlatan ve o kara günü lanetleyen bir iki basit nasihat cümlesi değil mi?

Daha çok beklersiniz….

Ben 2000 li yılların başında Malta da bir konferansa davet edilmiştim. Dedim ya iyi bir tarih okuruyum. Konuşmalarımda illa ki tarihten bir alıntı yaparım. İzleyicilerden yaşlı bir beyefendi yanıma geldi, bir iki nezaket cümlesi ile kutladı..ardından koyu bir sohbete daldık.

Adam, İspanya iç savaşında albay imiş, Franko saflarında çarpışmış, bildiğiniz faşist yani..ama savaşı ve politikayı öylesine iyi analiz etmiş, sindirmiş ki düşüncelerini nefes almadan dinliyorum.

Ben de soru çok, ama her bir sorunun cevabı iki saati alıyor, her konunun nedeni- sonucu derken…sabahın üçünü bulduk. Odama çıkar çıkmaz not almaya başladım. Bir gün onarı da aktarırım.

İki şey aklımda mıh gibi çakılı kalmıştı. İspanya İç Savaşı 1936-39 arası cereyan etti..bu kadar yakın bir tarihte 500 bin ölüye mal olan ve milyonlarca acı çeken insanın nasıl olup da bu gün Avrupa kıtasının demokrasi odaklarından biri olduğu hep aklımı kurcalayan bir soruydu.  Geçmişten miras kalan, çözümü mümkün olmayan bir dert hiç mi yoktu..

Tanıştığım sırada 82 yaşında olan ‘albay’ şu cevabı vermişti; ‘Franko’ dedi,‘İspanyol halkının asıl değerlerine saldırmadı!’

‘Nasıl yani?’ dedim.

 İspanya da ister monarşist, ister Komünist, ister anarşist ol, hepimizin ortak bulunduğu alanlar vardı, savaş esnasında bile öyle kaldı!’

Hepimiz kadın-erkek, çapkınız. Hepimiz şarabımız içer, Flamenko dansımızı yaparız. Boğa güreşi izler, kadınımıza yan gözle bakana dalarız. Franko tüm milletin hem erdemlerini, hem de hatalarını aynen korudu.

Haftaya devam edelim.