Deprem, periyodik aralıklarla oluşan bir doğa olayı. Ülkemiz de bir deprem ülkesi. Fakat depremler bizde her zaman afete, felakete dönüşüyor! Elazığ depreminin haberlerini televizyon başında izlerken, ailece bizzat yaşadığımız 1999’ daki “Marmara Depremini” anımsadım. Aynı dehşeti yeniden yaşar gibi oldum. Kocaeli ve Gölcük’ te gördüğüm yıkılmış binaların benzeri, bir kabusun tekrarı gibi, Elazığ’ da da görülüyordu! İnsanların enkaz altından çıkarılışı, o korkunç yıkım, 99 depreminden çok da ders alınmadığını anlatıyor aslında.

 

Eğer depreme bilimsel yaklaşılmazsa, bir doğa olayının felakete, afete dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor! Evler zemin etüdü yapılmadan inşa edilirse, inşaatlar yeterince denetlenmeden onaylanırsa, bilim insanlarına deprem konusunda danışılmadan hareket edilirse, yani kısacası bilimi rehber etmeden yola devam edilirse, biz bu felaketleri tekrar tekrar yaşarız! Bu çok ürkütücü ve insanı dehşete düşüren bir yinelenme olur! Yıllar önce Gölcük’ te felakete uğrayanlarla konuşup, yaşadıkları dehşeti dinlediğim de, kendi yaşadıklarımı da anımsıyordum! Şöyle diyordu biri; “ Rodeoya katılmış biniciler gibiydik. Evlerimiz yerden gelen bir güçle bizi hoplatıyor ve ev ayrıca sağa sola sallanmıyor, adeta dönüyordu.”

 

Başka biri; “ Depremin başladığı an, irkilerek uyandım. Kalkmamla gardrop üstüme yıkıldı. Eşim, yaşadığı o şokla, insanüstü bir gayretle gardrobu kaldırdı. Zorlukla ve omuzumdaki şiddetli ağrıyla, çocukların odasına yöneldiğimizde, kapı kirişlerinin kırıldığını gördük. Çelik sokak kapısı, kilitlendiği için açılmadı. Evin içi, denizden gelen bir kızıllıkla aydınlanmıştı. Kapı iyi ki de açılmamış. Çünkü sonradan öğrendiğimize göre, apartmanın merdiven boşluğunda ( çöktüğü İçin) bir çok kişi ölmüştü. Oturma odasına geçtiğimizde 70 ekran televizyonun ortadan ikiye ayrıldığını dehşetle gördüm. Esnemeye kağıtlar dökülüyor, kirişler kırılıyor ve zemin parke olmasına rağmen halı kalkıyordu. İlk yöneldiğimiz pencereyi açamadık, ancak orta pencereyi açabildik ve birinci kat olan evimizden eşim, ben ve çocuklar, pencereden çıkarak evi terk edebilmeyi başardık.”

 

Bu dehşetin, karmaşanın ve korkunun benzerini de ben ve ailem, İstanbul’ da yaşamıştık. Arabamızla apar topar evden çıkıp, Taksim Meydanı’ na gitmiştik. Koca İstanbul’ da düşününce başka bir meydan yokmuş gibi, kısa sürede tüm meydan dolmuştu!

 

Şimdi Elazığ depremini televizyondan izlerken, o kötü anılarımızı da yeniden yaşadık her birimiz ailecek. Ve artık yeter diyoruz. Bilimi rehber edinerek, deprem denen o kaçınılmaz doğa olayını, felakete dönüşmeden atlatalım. Bilim adamlarına kulak verelim. Felaketi kaçınılmaz bir kadermiş gibi kabullenmek yerine, bilime kulaklarını tıkayanları, bildiğini okuyanları, para hırsıyla çürük evler yapanları ve buna izin verenleri uyaralım ve hak ettikleri hukuki cezaları verelim! Bu felaketlerin bir sonu olsun artık!