“Deniz yönünden dağ yakasına”     [FOTO GALERİ]

Ne demişler “Denizyüzü- Dağyakası.” Yani, bir yanım masmavi miss gibi Akdeniz, diğer yanım tüm heybeti, tüm estetiğiyle, hatta başında beyaz duvağıyla Beydağları. Falezlerin üstüne dikil, deniz sana getirsin Konyaaltı’nın yasemin kokularını. Masal bu ya… Kimbilir, o kokularda geri gelir bir gün belki.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, şehrin güzel yerlerinde Cafe- Restaurant’lar açmıştı. Hatta yeni fuar merkezinin içindeki mekanda 5 TL’ye karın doyarken 30 metre ötesinde alanın girişindeki büfede sadece salata 30 TL, bir fincan kahve 6 TL filandı. Burayı Menderes Havalimanı’ndaki büfeci şirket işletiyordu.

Aliağa’da da Başkan Serkan Acar, şehrin en güzel yerine yaptığı parkta ev masrafı fiyata tost, çay, kahve tükettiriyordu. Antalya ise akıma Atatürk Parkı içindeki eski Çin Lokantası‘nı “Simitevi”ne çevirerek katıldı sanıyordum.

Evet “sanıyordum”, çünkü gitmiyorum. Bu şehrin Lara tarafına ayağım dönmedi gitti. Orası Beyaz Rusya, Konyaaltı Bizim Komşu Mahalle. Ruhum Kepez’de. Bu ilçeleri yönetenlere olan siyasi değil ama “gönül bağım”dan kaynaklı sanırım.

Meğer Muratpaşa Belediyesi de bu kervana katılmış. Eskiden olsa ihalesinde silahlı baskınların filan yaşanması beklenen Antalya’nın en nadide yerlerinde belediyenin işlettiği mekanların olması ne kadar güzel değil mi?

Kardeşim Melek bir sohbetimizde söz etti. Şaşırmadım desem yalan. Bir gün sözleşip gittik. Önce İnönü, ardından Fener Park’taki kafelere. “Güzele katkı koymak” gibi bi görevim var ya kendime verdiğim. İşi gücü bırakıp, söylediğimiz çayı soğutup fotoğraf çektim.

Yetmedi, bir Muratpaşa sakini olarak belediyeme katkı koymam gerektiğini düşündüm. Bir kez daha gidip fotoğraflar çekip sosyal medya hesaplarımdan da Antalyalılarla paylaştım.

Masada çay- kahve yudumlayan insanların ayaklarının arasında, masasının üstünde gezinen güvercin fotoğrafını gören Başkan Ümit Uysal, “Bu fotoğrafı Dünya görmeli. Muratpaşa barışın adresidir. Kuşlar huzurun olduğu yerde olur” dedi.

Görselleri toparlayıp teslim ettim. Bu arada bir de söyleşi planım vardı kendisiyle. “Lavinya”yı yazdığı zamandan kalma. Sabırla bekliyoruz. Ama artık o kitabı konuşmayacağız. “Fare dağa küser, dağın haberi olmaz” der geçeriz.

Şimdi bu sayfa, seçim öncesi yapılan bir PR çalışması değildir. Sadece yoğun bir kış yaşayan Antalya, (henüz Mart geçmese de) bugünlerde normalleşti.

Arabası olmayanların, arabası olup da Çakırlarda “yolunmak” istemeyenlerin bir otobüse binip gidebilecek kadar yakınındaki bu mekanların tam zamanı.

Ne demişler “Denizyüzü- Dağyakası.” Yani, bir yanım masmavi miss gibi Akdeniz, diğer yanım tüm heybeti, tüm estetiğiyle, hatta başında beyaz duvağıyla Beydağları. Falezlerin üstüne dikil, deniz sana getirsin Konyaaltı’nın yasemin kokularını. Masal bu ya… Kimbilir, o kokularda geri gelir bir gün belki.

Siz gidedurun. Hafta içi de kalabalık. Malum hizmet ve hesap uygun. Benim biraz işim var. Önümüzdeki hafta sizi Uzakdoğu kültürü ile tanıştıracağım.