Öyle bir döneme girdik ki, herkes konuşuyor ama konuşmalardan herkes çok farklı şeyler anlıyor. Burada iyi niyetli olunsa da, artniyetli olunsa da bir şey fark etmiyor.

--Köy kasaba gibi küçük yerleşim yerlerinde yetişen, büyüyenler çok iyi bileceklerdir; yeni tanışılmış ise sizin yüzünüz, gözünüz, giyim kuşanınız, tavrınız, konuşmanız karşıdaki tarafından bir değerlendirmeye tabi tutulur ve sizin nereli ve kimlerden olduğunuza karar verilir.

--Günümüzde ise, bu durum ortadan kalktığından, sizi konuşmanızdan, tavrınızdan ve bilinen hareketlerinden sizin ne, kim olduğunuz gibi sorulara yanıt bulunmaya çalışılır.

--Anlayacağınız topluluk ve toplumlar büyüdükçe, insan ilişkilerinde de değişiklikler ve karmaşalar başlar.

--Dana önceleri görülebilen, tahmin edilebilen süreçler artık bilinmez ve tahmin edilemez olur.

--Bu karmaşa yeni dönemin getirdiği sanayileşme, kırsaldan kente göçmek gibi olaylar ile başlamış ise de, asıl yöneticilerin tercihleri doğrultusunda da yaratılmış, gelinmiş süreçlerdir.

--Örneğin, eğitim ile öğretim arasında ne fark gibi.

--Görünüşte aynı ya da benzer şeylermiş gibi olsa da, en temel ayrım, işin temelinde yatar.

--Eğitim daha çok sosyal, kültürel süreçlerin içinde ailede, toplumda şekillenirken, öğretim ise daha çok okullar gibi kurumsal yapılarda şekillenir, bir hedefi ve programı olur.

--Herkes bu gün şaka gibi gelir ama Osmanlı Hilafetinden, Cumhuriyetin Demokrasisine geçiş öyle tesadüfü olmamıştır. Son derce bilinçli ve kararlı bir sürecin sonucunda ulaşılmıştır.

--1920'de açılan TBMM'de, 29 Ekim 1923'de Cumhuriyetin ilanın üzerinden 4 ay gibi kısa bir süre geçmiş olmasına karşın EĞİTİM ve ÖĞRETİM'de bir birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulmuştur.

--Osmanlı'da hakim olan eğitim kurumu Medreseler iken, batı ile de ilişkilerin gelişmesi ile yeni okullar açılsa da bunlar genellikle Müslüman olmayan toplulukların açtıkları okullardı.

--19 yy ile başlayan Milliyetçilik akımları, birçok etnik unsurun yaşadığı bu topraklarda da bir uluslaşma sürecine girilmesine ihtiyaç duyurmuştur.

--Yeni kurulan Devlet, kendi kurumlarını oluşturmaya eğitim ve öğretim kurumları ile başlamıştır ve TBMM tarafından 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen 430 sayılı yasa ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu(Eğitim/öğretim Birliği Yasası) çıkartılmış ve ülkedeki bütün eğitim ve öğretim kurumlarının Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı'na) bağlanmıştır.

--Bu bilinçsiz bir süreç değildir. O günün şartlarında ihtiyaç duyulan Uluslaşma süreci için olmazsa olmaz olmuş ve bu kurumlarda yeni bir Cumhuriyet nesli yetiştirilmeye çalışılmıştır.

--Çok üzgünüm ki bu toparlar, kimin elinin kimin cebinde olduğunun zor bilindiği topraklardır.

--Atatürk Cumhuriyeti'nin kurulmasından başından beri rahatsız olan Emperyalist İngiltere, ABD gibi ülkeler, İHVAN-I MÜSLİMİN gibi farklı bir strateji ile ülkemizi ya kuşatmaya ya da içeriden yıkıp teslim almaya odaklanmışlardır.

--Köy Enstitülerinin kapatılması ile başlayan süreç, en son köy okullarının kapatılıp taşımalı eğitim diye bir ucube sisteme kadar gelip dayanmıştır.

--Okullarda olması, yapılması gereken öğretim, eğitime indirgenmiş ve çağın gereklerine göre çağdaş-bilimsel olması gereken öğretim kurumları ve ülke çağdışı İhvancı anlayış ile emperyalizmin kucağına atılmıştır.

--2020'yi yaşadığımız bun günlerde etrafınıza bir bakın. Ortak kaç noktamız kalmıştır. Ortak nokta birlik ve berberlik ile olur.

--Emperyalizme karşı bir Ulusal Kurtuluş savaş verilerek kurulmuş bir ülkede, "Keşke Yunan Kazansaydı" diyen bir haine, ülkenin en önemli kişileri muteber kişi rolü biçiyor ise, tuz kokmuştur. Gerisini söylemeyin.

--Peki bu tesadüfü bir süreç midir. Asla.

--Kendi çocukları bir bahane ile yurt içi ve dışında ki en iyi okul/kolejlerde okutulup, ana dilleri gibi İngilizce, Fransızca, Almanca öğretilmiş, ama halkın çocuklarının Öğretimi mahalle mektepleri düzeyine çekilmiş amaçsız(!?) okullarda Kur'an okunsunlar diye Arapça öğretiliyormuş gibi yapılarak zaman harcama, uyutma yoluna gidilmiştir.

--Eğitim ve öğretim sisteminde ki bu bozulma, siyasete de yansımış, çağın gereksinimlerini kapsaması gereken YÖNETİM, durumu idare eder, kurulu düzen sürmesini sağlayacak, halkı uyutacak İDARE etme noktasına kadar getirilmiştir.

--Çünkü Yönetim, bilimsel sürçleri gerektiren modern çağın bir gereksinimidir. Oysa idare etmek ise, oluşturulan, kurulan sistemin sürmesini sağlayan bir süreçtir.

--Yönetim Devrimci bir süreç iken; idare etmek ise, eyyamcı ve halkın çıkarları yerine, hakim sınıflar ve zümrelerin çıkarlarına hizmet eden bir sistem ve süreçtir.

--Sonuçta, yerli-yabancı çıkar çevreleri uluslararası bir proje olarak Ülkenin kan damarlarına kadar girmiş ve her şeyi yönetir ve denetler hale gelmiştir.

--Önceleri sıradan şeylermiş gibi olan, yapılan yabancılara ev-tarla-mal-mülk satışı, fabrikaların, tersanelerin, limanların satışına kadar ulaşmıştır.

--Belki farkında değilsinizdir amaoturduğunuz dairenin arsası bile sizin değildir. Bir depremde yıkılıp yok olunca, sokakta kalınca anlarsınız tarlanın ve toprağının ne olduğunu.

--21 yy yeni sömürgecilik yöntemleri arasında yer alan masum mülteci göçlerinin, bir demoğrafi/nüfus/milliyet değişimi olduğunu kendi mahallenizden ayrılmak zorunda kaldığınız gün anlarınız.

--Siz, yönetilmeyi değil de, idare edilmeyi tercih ettiğiniz sürece, oturduğunuz evi barkı bırakın, şalvarınızın içinde ki o ak mış gibi görünen donunuza mukayyet olun.

--Onda da göz dikilmiş gibi geliyor.