Yaşamımda sahip olduğum düşünce de dahil her şeyden çok mutluyum. Ama gel gör ki, şu solcu olmak yok mu; Yaram orada!

--Ama bu yara sizin bende de bir çok solcuda, aydında ve Demokratta sizin açtığınız ortak yaramız!...

--Ya bu memleketi kuranların çoğu, bilinen anlamda solcu olmasa da, en azında yurtsever ve demokrat insanlardı. Solcular ile aynı kefede yargılandılar, dışlandılar. Ama neden?

--Maliye Bakanlığında işe başlayacak bir arkadaşıma sözlü sınavda sorarlar: DEVLET NEDİR?

--Yazacaklarımdan önce gerçekten bir düşünün, gerçekten "devlet nedir?". Ki, sonunda çok şaşıracaksınız. Şaşacaksınız!..

--"Devlet Nedir" diye sorulunca, Arkadaşımın aklına, taşrada bir kasabada kolu kolluklu Memur Babası ile yaşadığı bir anısı gelir

--Gerçekten ya,Devlet nedir?

--Okuldan erken çıkan Arkadaşım, Babasına bir eksiğini aldıracaktır ve Babasının çalıştığı daireye gider.

--Babası odanın diğer kenarındaki masada, koluna kollukları ile bir şeyler yazıp-çizmektedir. Ona da, bir kenara otur der.

--Çocukluk ya, masanın önünde ki koltuğa oturur ama, gözü de masada ki kalem kutusuna gider. Kutuda özenle açılmış kırmızı kurşun kalemler durmaktadır. Kırtasiyeden aldıkları kırmızı kalem de küçülmüştür. Eh yani, masa da babasının masası ya, bir kırmızı kalem alsa ne olur ki? Eline alır ve çantasına koyacakken tam o sırada babası görür. Kıyamet de orada kopar.

--Babası, "Sen ne yapıyorsun?"

--Korkusunu belli etmeden sessizce "Kırmızı kalemim bitti de....!"

--Koy onu yerine, çıkışta dükkandan alırız. Sen ne zaman benim eve daireden bir şey getirdiği gördün? DEVLETİN, MİLLETİN MALINA EL UZATILMAZ!..

--Haydaa!., alttarafı bir kırmızı kurşun kalem. Ama olmaz, fakir, fukaranın, yetim, gurabanın malıdır o. Korunu kollanır.

--Gözlerinin önünden bu sahneler geçen arkadaşım, hemen soruya yanıtını verir.

--DEVLET, KIRMIZI KURŞUN KALEMDİR efendim.

--Sınav heyeti şaşırır önce, sonra da, "o ne demek" derler.

--Arkadaşım da olanları anlatır.

--Heyette herkesin nefesi kesilir, gözler buğulanır ve arkadaşıma "git evine, gelecek sarı zarfı bekle" derler.

--On beş gün sonra Bakanlık Merkezinde işe başlayın yazısı sarı bir zarfın içinde gelir. Sevinçten havalara uçan arkadaşım işe başlar ve sınav heyetindekilerin de gözdesi olur.

--Sonra sırası ile görevler, Şube Müdürlüğü, Daire Başkanlığı derken, devir döner ve 2002'li yıllar olur.

--Son derce başarılı ve üretken, dürüst (ki bu gün kendisi doktordur) bir bürokrat olan arkadaşım, halen bakanlığın birinde kuytu bir köşede etliye-sütlüye karıştırılmadan uslu usu bir kenarda oturup, emeklilik süresinin dolmasını beklemektedir.

--Tabi benim arkadaşım olmanın cezası olarak da, bir takım zihni sinir projeler üretip Devlet ricaline, meccanen (bedava) proje üretmek iş ise de birlikte çalışmaktayız.

--Son çalıştığım kurumun en üst yöneticisine "efendim, çalıştığımız kurumun olmasa da, Devletin başka bir kurumdaki arkadaşlarımızın, devlet işi olan işleri için, başka kurumlar ile yapılan telefon konuşmalarının parasını ÖZEL GÖRÜŞME diye çok ödedik, ama bu gün görüyorsunuz?" deyince, hep birlikte olanlara, yaşananlara üzüldük.

--Sahiden ya, DEVLET NE İDİ?

--Benim kafam almıyor artık, Devlet, "Kırmızı Kurşun Kale mi?" yoksa, Tevfik Fikret’in dediği gibi mi?

"Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını,

Varlığını, hayatını, umudunu, hayalini,

Tüm olanca rahatını, olanca gönül balını,

Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini…

******Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,

******Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!

Bugünkü mideler sağlam, bugünkü çorbalar sıcak;

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

***Yiyin, efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin;

***Doyuncaya,tıksırıncaya,çatlayıncaya kadar yiyin!"

--Gerçekten ya, biz neden Devletin bir kırmızı kurşun kalemini bile gözümüz gib korurken, Hem de solcu olarak.

--Ama neden sevgili halkım, ama neden,

"Alnı secdeye değiyor diye" bu günlere bak da ne dediğimi anla.

--KIZILAY'ı mı görürsün, yoksa Deli Dumrul Köprüsü-Tüneli-Otobanını mı, bilemedim de!..

--Biz bunları yaparken, neden bunları yaşattınız be, ey sevgili Halkım. Suç kimin, günah kimin? Bu açlık, yokslluğun, yatağa aç giren çocuğun, evine ekmek götüremediği için intihar eden babaların günahı kimin be halkım.

--Seni uyandırmamızı istemeyen Ellerin gavurunun lafı ile bizleri suçlayıp durdun, şimdi ise ben seni suçluyorum. Sen hesap ver bakalım?

--Bu yokluk, yoksulluk, sefalet ve ölümlerin sebebi ne diye? Hiç düşünme, sebebini Nazım Hikmet sana "vatan haini dediğin zaman demişti:: "açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”