Evet ya, "Ölmek ne garip şey Anne" sözü, her ne kadar Ahmet Kaya'nın o ağıt tarzı türküsünün sözleri olsa da, yaşamda bir başka karşımıza çıkıyor.

--Kendimizden başka hiç kimseyi, hiç bir şeyi önemsemediğimiz şu dünyada yaşayıp gidiyoruz ya, ben ona yanıyorum.

--Bir yakınımın vefatı nedeni ile karlı/donlu Ankara-Antalya yollarını arşınlayarak gelmiştim Antalya'ya.

--Antalya deyince herkesin aklına gelen ile benim aklıma gelen hep farklı olur. Elbette ki Konyaltı-Lara sahili, plajı, Atatürk-Karaalioğlu Parkları, Mermerli-Eski liman hoş eğlence yerleridir, ama bir de oralara bu güzelliği yaşatan emekçilerin daha gerilerde, içlerde bir hiç kimselerin önemsemediği, bilmediği yaşamlar vardır Antalya'da.

--Kardeşim "Servet Abi" ile birlikte, sizin sahilini yaşadığınız Konyaaltı'nın yamaçlara doğru olan Uncalı Mezarlığı içinde ki morgundaydık, sabahın dokuz buçuğunda.

--Annesini kaybeden Sevgili Eniştem Ömer ve diğer yakınlar ile Cenaze yıkanılan kapıların önünde beklerken, bir görevli, "şu cenazeleri ilerdeki musalla taşına taşıyabilir miyiz" dediğinde hiç sorgusuz sualsiz taşıdık.

--Aradan on-onbeş dakika geçti bu kez de mezarlığın İmamı "cenaze namazı kılabilir misiniz" dedi.

--Bizim cenazemiz daha yeni başlanmıştı yıkanmaya, vaktimiz de vardı. Sabah evden çıkar iken hazırlıklı çıkmıştık, sevgili Arkadaşım Kasım ile birlikte namazın kılınacağı alana gittik.

--Sol tarafta Bütün belediye başkanlarının çelenkleri, karşıda "şehitlik" yazılı kapı ve bizim önümüzde de, musalla taşlarının üstüne konulmuş ayrı ayrı iki tabut.

--Birinin önünde bir kadın.

--Şaşkın, üzgün ve kimsesiz. Yüzümüze bile bakmadan arkamızda cenaze namazına eşlik etti. Cemaat ise ben, Kasım, "Servet Abim" ve bir mezarlık görevlisi.

--Hiç bir şey düşünmek istemedim.

--Görevli İmam, yandaki için de cenazenin de namazını kılalım deyince kendime geldim.

--Bir baba, yanında tıp fakültesinde öğrenci kızı ve kızının öğrenci arkadaşı. Bu kez de baba, ben ve diğer iki yakınım. Arkamızda da eşini kaybetmiş adamın kızı ve kız arkadaşı.

--Tabi, bunu böyle üç gün sonra yazmak çok kolay.

--O pazar sabahı yaşamımın en derin sosyal acılı günlerinin başında yer almıştı.

--Mezarlıkta hem cenaze yıkama hem de cenaze namazları kılınacak iki kişi, iki insan vardı ve bırakın namazlarını kılmayı onları sonsuzluğa uğurlayacak eş ve kızları dışında hiç kimsecikleri yoktu.

--Gerçekten yalnızlık ne gibi birşeydi?

--Bu yaşam ne için yaşanılırdı?Acaba bu sonsuz yolculuğa çıkmadan önce bu insanlar mı her şeyi ve herkesi terk etmiş, yalnız bırakmışlardı; yoksa onlar mı terk edilmişlerdi de son yolculuğa yapa yalnız bir el sallayanı bile olmadan uğurlanıyorlardı.Bu toplum bu kadar mı yalnızlaştı, bu kadar mı kimsesizleşti.Sanırım sanal sayfalarına baksam yüzlerce arkadaşları ve iltifat eden onlarca hayranları vardır.Ama tabutlarının başında son yolculuğa uğurlayacak hiç tanımadıkları ve hiç tanımayacakları üç kişi bizdik Zaten sevdiğimiz bir yakınımızı kaybetmek bizi yeterince üzmüştü. Ama bu gördüğüm manzara ise içimi oydu. İnsanlığımdan utandırdı.Kendini çok öneli sanan insanlar aklıma geldi. Kendini sanal alemin, ortalığın kralı, prensesi olanlar aklıma geldi. Oralarda ki onlarca "iltifat"lar, şımartmalar gözlerimim önünde geçti.Acı bir tebessüm ile içimden sadece gülümsedim.

--Sonra BEKRİ MUSTAFA aklıma geldi.Yazıyı acılı bitirmeyeyim de fıkrayı anlatayım.Bilmeyenlere: Bekri Mustafa, 1600'lerde eski İstanbul'un Kadırga ve Küçükayasofya semtlerinde yaşayan esnaf varsıl bir ailenin oğludur.O dönemin varlıklı-soylu ailelerinin oğulları gibi Mustafa'da Medreseye gider ve çok iyi bir dini eğitim alır. Paşa soyundan da geldiği söylenen Mustafa Medrese eğitimini alırken, bir yandan da etrafta ki meyhanelere de gözü kayar.

--Şarap alemleri, sohbetler falan derken; Mustafa Medreseye, babasının dükkanına gitmeye boşlar. Ev, meyhaneler ve ahbapları arasında bir yaşamı olur.

--Derken bir gün, Bekri Mustafa Köyün Camisinin yanından geçerken, bir cenaze ve cemaat vardır ama, namazı kıldıracak kimse, İmam yoktur.

--Bekri Mustafa'yı görünce ileri gelenden birisi, "Sen bu işleri bilirsin, gel de şu namazı sen kıldır" der. O da kıramaz ve cemaatin önüne düşer namazı kıldırır.

--En sonunda da, tabutu açar ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.

--Merak edenler sorarlar, ne dedin diye: O da: "Gideceğin yerde soracak olurlarsa, ‘Dünyada durum ne? diye.. ‘Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam olmuş’ dersin.. Onlar anlarlar..”

--Cenazenin yıkandığı mezarlıktan ayrılır iken kendimi Bekri Mustafa gibi hissetsem de, Muratpaşa Cami avlusu ve defninin yapılacağı Andızlı Mezarlık’ta olan kalabalık beni aydı.

--Hani derler ya "ne dilersin" diye.

--Lütfen bir adağa kendimi Bekri Mustafa gibi sandırmayım.

--Ne büyük bir dilek, bir bilseniz.