--Erdal ile yaşıt sayılırdık. En güzel günlerimizi, ben Beytepe'de, O ODTÜ'de jandarma dipçiği yiyerek geçmiştik.

--Ben ondan daha şanslı idim, 12 Eylül olduğu günler, öğrenci evimizde misafir kalan Mardinli bir arkadaşım ile eve giderken, yolda polis çevirmesi vardı. Bizi de durdurdular. Kimlik kontrolü yapılır iken, Mardinli bir polis sayesinde, "haydi gidin ya" denilerek bırakılmıştık.

--Ahmet Kaya'nın "Diyarbakırlıymış, adı Bahtiyar, suçu saz çalmakmış, anladığım kadar. ........Beni tez saldılar, o kaldı içerde"kine benzer bit öykü idi bizimkisi.

--12 Eylül 1980 darbesi olmuş, onu ODTÜ'den almışlar önce Mamak, sonra Ankara Cebeci ve Niğde Kapalı Cezaevleri. 2 yıl 2 gün yattıktan sonra çıkmıştı

--Çıkmıştı çıkmasına ama sağ kolu, işkencecilerce "kol kaç volt elektrik taşır" deneyinde hasar görmüştü.

--Bir arkadaşım aracılığı ile tanışmıştım Erdal ile. Kalan enerjisi ile Film çekmek, belgeseller hazırlamak istiyordu.

--O yıllar çalıştığım Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM'in El Sanatları ve Hediyelik Eşya Satış Mağazaları için ücretsiz Nazar Boncuklu bir Logo yapıp armağan etmişti. Yıllarca kullanıldıktan sonra her şey gibi o da değişmişti..

--O yıllar, pek gündemde olan İPEK YOLU Projelerine o da kafayı takmış ve Kapadokya'dan binmeyi planladığı Balonlar ile bu projeyi çekmek istiyordu.

--Bir yakınının Pir Sultan Abdal Derneklerinde yönetici olduğundan o da Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılımı ve etkinliğin belgeselini çekmek istemişti.

--Zengin değil idi ama o gidişin parasını bile cebinden harcamıştı. Neden böyle yapıyorsun dediğimizde? 'Eee ne yapalım, bizim bu ülkeye borcumuz bitmiyor' diyordu.

--İşkencelerde kolunu feda etmişti ama hiç Devletine, Milletine küsmemişti. Hep bu ülke için bir şeyler yapma derdinde idi.

--O uğursuz gün, bizler için haftanın son günü idi. Sivas'ta Pir Sultan Abdal etkinlikleri vardı amabiz unutmuştuk bile.

--Birden haberlerde TV'ler altyazı geçmeye başladı. Odamda ki kocaman tüplü televizyonum da ara sıra görüntüleri veriyordu. Gelen Haberler hiç de iç açıcı değil idi.

--Birden Erdal geldi aklıma, o da Sivas'ta idi. Gün bitmiyor, kötü kötü kabullenmek istemediğimiz haberler geliyordu.

--DYP'den Demirel Başbakan, SHP'den Erdal İnönü kabinede yardımcısı idi. Otel yanıyordu ama devletin de eli ayağına dolanmıştı sanki.

--Geceye doğru Sivas'ta bir katliamın yapıldığı, Madımak Oteli'nin, Cumadan çıkan yobazlar tarafından yakıldığı; şair, yazar, sanatçı, gazeteci birçok yurtseverin katledildiği haberleri artık gündeme oturmuştu.

--Geç saate kadar odamdan ayrılmamıştım. Sanki Erdal, o her zamanki aceleci tavrı ile bir kolunu sallayarak içeri girecek, sonrada birlikte bir yerler gidecekmişiz gibi geliyordu.

--İnsan olanları gördükten ve duyduktan sonra bile nasıl da böyle düşünebiliyordu ki.

Sanırım kabullenmeme duygusu bu olsa gerek.

--Nikotinden sararmış iki parmağın arasına sıkıştırdığın sigaran elinde, işkencede hasar gören sinirlerinin izin verdiği ölçüde salladığın kolun ile sen o gün ilk defa gelmedin be Erdal.

--Çekmeceme, ben içmediğim için 'bulunsun burada' diyerek bıraktığın çıgaranı da kim almış bilmiyorum be arkadaşım.

--Sen ki, 12 Eylül işkencelerinde feda etiğin kolun ile öyle maharetli şeyler yapardın ki. Biliyorum, Madımak'ın küllerine karışan da, sen yine de gökyüzünde, bu güzel ülke için aklına koyduğun projeler ile İpek yolu etrafında dolanıp duruyorsundur.

--Ölmek değil de, Madımak'da ölmek, yanarak ölmek zor mu be Erdal.

İçim, içim yanıyor da.