Ah üstadım Mustafa Uysal ah. Nereden yazdın o satırları. "Tanrıyı güldürmek istiyorsan, ona planlarından söz et." diye. Ah GabrielGarcíaMárquez Ah, neden yazdın 'Yüzyıllık Yalnızlık'da o sözleri: “İnsanlar plan yapar ve Tanrı onlara güler.” diye.

--Ben de az değilim hani. Neymiş efendim, "bana göre hava hoşmuş, alır başımı gidermişim bu yaz da yine güneye." Hah gidersin. Temmuz geldi. Sivas-Madımak'ta yanan 33 cana acılar yinelendi, feodal emperyalizmin, modern emperyalizme karşı savaşı, "4 Temmuz Bağımsızlık Günü"nü, ABD adına kutladık.

--Ayın ortası geliyor ama ben hâlâ tatile gidemedim, güneye.

--Hani "Allahın parmağı yok, ki" derler ya, o cinsten.

--Partiden önemli görevde ki bir Başkan Yardımcısı, Ülke ve yerel yönetimlere ilişkin bir proje yapmamı/zı istedi. Ben de farklı şehirlerde ki, daha önceki projelerde de birlikte olduğum arkadaşlarım ile hazırladığım ve ilk bölüm sunumu yaptım Şimdi de, kapsamlı sunum için ayın ortasını bekliyorum.

--Dedim ya, benim derdim kendim ile. Nene gerek oğlum, git memleketin Antalya'ya, Marmaris'e, güneye, kuzeye gez toz. Huzur mu tepiyor seni.

--Maalesef huzur tepiyor.

--Ben Devlet-i Aliyye'ye, "solcu" sicimden dolayı, "çirkin ördek yavrusu" olarak başladım ve hep öyle oldum ve kaldım. Ve bu da Orhan Veli'nin beni bu "GÜZEL HAVALAR" mahvetti şiiri gibi, bir yaşam yaşattı bana. Temmuz. Havalar sıcak olsa da, Angara yine de serin sayılır sayılır. Yani Angara'da havalar güzel. Ve:

"Beni bu güzel havalar mahvetti, /Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki memuriyetimden./ Tütüne böyle havada alıştım,

Böyle havada aşık oldum;/ Eve ekmekle tuz götürmeyi

Böyle havalarda unuttum;/ Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;/ Beni bu güzel havalar mahvetti."

--Orhan Veli'yi şiir yazma hastalığı mahvetse de, beni de, bu Devlete karşı sorumluluğum mahvetti. Temmuzun sıcağında Angara'da ülke yararına olacak diye, sunum bekle.

--Sunum sonrası ilk hoşluk geçen pazartesi gazetelere yansıyınca, eh yani "bir moka yaramanın keyfi de fena olmuyor hani" dedim arkadaşlara.

--Dün pazardı. Keyifli başladı ama keyifsiz devam etti. Ben, her ne yapar isem yapayım, kendime yaparım. Başkalarına kıymamam ama kendimi lime lime doğrarım.

--Evden çıktım, Dikmen Vadisini viyadükten aştıktan sonra, Çankaya sırtları, Çankaya Caddesi derken kendimi İran Caddesi ve Seymenler parkı kıyısında buldum.

--Koskoca Angara'da meğer canı sıkılan tek kişi benmişim. Parkın ta başından, en dibine kadar iğne atsan yere düşmüyor. Masalar kurulmuş, sandalyeler atılmış, çaylar, biralar, masalarda viski şişeleri bile vardı. Giden iki kişiye karşı, gelenleri saymanın olanağı bile yoktu.

--İlahi Mansur Başkan. Hele hele bir de İstanbul'dan bir Ekrem İmamoğlu rüzgarı da esince, halkın kendine güveni gelmiş ya. Bir açılmış, saçılmışlar ki sormayın gitsin.

--Ha bu arada, metre kareye en az iki adamın düştüğü Seymenler Parkı'nın tek tuvaleti de en kuytu yerdedir.

--Çankaya Köşkünde çalıştığım yıllar, hafta sonları işe gitmeden önce oralarda yürürdüm. O günler geldi aklıma. Hey gidi "köşklü günler hey!.." Nereden nereye" değil, "Köşk'ten, Külliye'ye".

--Yürürken yol kenarına park eden arabalardan yolun karşısı görünmüyordu. En enteresanı da, birisi eski bir kamyondan, diğeri de römorktan yapılmış en az dört odalı seyyar tuvaletler.

--Kendi kendime gülümseyerek Tunalı Hilmi Caddesine doğru yürüdüm. Hâlâ ağaçlı, bahçeli bir kahvecide oturdum ve kahvemi yudumladım.

--Ve güne güldüm. Üzüldüm. Kendime kızdım. İnsanları üzmemek için, kendimi savunmamama, onlara bir şey diyemememe, kızdım, kızdım. Kızdım

--Sonra da, Nazım dizeleri geldi aklıma. Ne olur ise olsun, "oğlum sen haklısın" dedim kendi kendime. "çok şükür çok şükür bugünü de gördüm, ölsem de gam yemem gayrı" diyerek!..

--Bazen gerçekten, zamana aman tanımak gerekmiş!..Yalakalık yapmadan derdini anlatmak, insanları üzmeden, kendini anlatmak için.