Bazen, sözler o kadar havada kalır ki bir şeylerden
sonra, ne yapsanız nafile. İnsan, bugünün kıymetini bilmezse hep kendini
geçmişte arar. İnsanlar bu gününe emek verilmezlerse, kendilerini hep geçmişte
arar; gizliden gizliye ya da cesareti kadar aleni, bilgisi ve inancı kadar
kutsal.
--Toplumlar da böyledir. O kadar çok şey insan yaşamını
etkiledi ki günümüzde, ne kendiniz gönlünüzce sevebilir, ne de kendiniz
gönlünüzce yaşayabilirsiniz.
--İnsanoğlu ne garip bir yaratıktır; zamanına göre, mevsimine
göre istediği telden çalar, istemediği tenden oynar.
--İnsanın bu güne kadar bilinen en eski aşkları kimlerdir
ve öyküleri nelerdir hiç aklınıza geldi mi? Söz gelimi:
--Helen- Menelaus ve Paris. Uğruna Truva Savaşı yapılmış,
güzeller güzeli, Zeus’un kızı Truvalı Helen. Babası, Helen kimi seçerse seçsin
onun evliliğini ve huzurunu koruyacağına dair söz verdirir bütün taliplilerine.
Bir gün Helen, babasına damat kendine de eş olarak Menelaus’u seçer.
--Evlikleri on yıl kadar sürer ama yaşam bu, su gibidir.
Enginine akar. Ve bir gün Kralın Menelaus'un eşi de olan Helen, Paris'i görür
ve kendisinden 10 yaş küçük olsa da, onu sever, kaçar ve evlenir. Gerisi mâlûm,
--İster sevsin de kaçsın, ister sevmesin de istemeden
kaçırılsın, Helen ile bir öykü öyle sıradan olmaz ve Paris'e kaçan ya da
kaçırılan Helen yüzünden, Truva savaşı olduğu sanılır.
--Bir başak aşk öyküsü ise biraz daha çok iktidar kokar.
Julius Ceasar’ın ölümünden sonra Roma’nın doğu bölgesinin yöneticisi olan Marc
Anthony ile Mısır'ın efsane Kraliçesi Kleopatra arasında yaşanan aşk/iktidar
öyküsü.
--Osmanlı Sarayında ise bambaşka bir aşk öyküsü vardır.
17 yaşında Saray'a cariye olan Hürrem ile Dünya İmparatoru Kanuni Sultan
Süleyman arasındaki aşk. Galiçya’dan esir alınan bir papaz kızı olan Roksalana,
aklı, zekası ve güler yüzü ile sarayda herkes gibi Kanuni'nin de dikkat çeker
ve kendisine aşık eder. Kanuni'ni gözdesi olan ROKSALANA'ya HÜRREM (Şen,
Ferahlık veren, Güzel ve Hoş, Güler Yüzlü anlamında)adı verilir.
--Napolyon ve Josephine arasındaki aşk ise, bambaşka bir
öyküdür. Napolyon, kendisinden beş yaş büyük, iki çocuklu evli Josephine olan
aşkı ise, o kadar dillere destandır ki, ölürken bile son sözü
"Josephine" olmuştur.
--Frida Kahlo ve Diego Rivera arasında ki aşk ise başka
bir alemdir. Meksikalı çapkın, ünlü Ressam Diego Rivera, ile 18 yaşında
geçirdiği trafik kazası sonrası sağlık sorunları yaşayan ve kendini resme
adamış Frida Kahlo arasında yaşanan fırtınalı aşkı da zaten bilemeyen yoktur.
--Günümüz güney sahillerinde Bodrum, Çeşme, Kemer, Datça,
Köyceyiz, ...., ...'de yaşanan mevsimlik aşklara pek bi diyeceğim yok ama;
--"Bu yaz yine güneydeyiz" diye hayal kuran
birisi olarak, Ankara'nın serinliğinde gazete ve televizyonlara yansımayan
yoksulluk ve sefalet içinde ki insanların, insanlık onurunun hiçe sayıldığı
kadın/çocuk seks ticaretinin kol gezdiği sokaklarda, olanları kimse görmese,
göstermese de;
--İyi ki magazin haber ve programları var da, gazete ve
televizyonlarda adam gibi aşk/meşk haberleri izliyoruz.
--Yoksa, insanoğlu evrim mi geçirdi, neden bu kadar büyük
aşlar yok diyecektim ki, meğer biz Anadolu'nun kavruk insanları olarak, yerli
yerimizde sallanıp dururken, insanlar güneyde, allanıp, pullanıp, süslenip
gönüllerince eğlenip, geçmişi, günümüzü yad ediyorlarmış.
--İlahi, duydum duydum, "Leyla ile Mecnun",
"Romeo ve Juliet"i neden yazmadın diyenlere. Kardeşim, tamam onlar
sırdan ya da birbirine kan davası olan iki ailenin çocukları. Bu gün kim takar
sıradanlığı!..
--Sizi bilmem ama Angara'dan manzara bu. Bu da bir yaz
yazısı olsun bari. Hani diyorlar ya "aşk mevsimi"ne uygun olarak.