Ortaokul'da Matematik Hocamız da olan Ahmet
Kuyucu, sınıfa girip, herkesi gözucu ile süzdükten sonra başlamıştı Sınıf
Başkanı olarak yönetim deneyimim.
--Her gün Sınıf Defterini almak, akşam da
bırakmak gerekiyordu Müdür Yardımcısının odasından. Dolayısı ile giyim-kuşam,
tavır, konuşmalarda dahil her şeyine dikkat etmek gerekiyordu.
--Bahar gelmiş, dönem bitmek üzere, öğretmenler
saç uzatma konunda töleranslı; ufaktan saçlar uzuyor falan. Eee yani biz de
"genç"tik, benim neyim eksikti ki, derken bir gün Müdür Bey gördü ve
ensemde ki saçlarından çekerek "bu ne?" diye iki tokat!
--Eee yani köy delikanlısı olmak kolay değildi.
Ben hemen "kırktıracağım Hocam" dedim ama, tokatı yedimiz yetmiyomuş
gibi, bir de Pazartesi İstiklal Marşı törenin de rezil oldum.
--Müdür Bey çıktı merdivenlere, başladı
konuşmaya. "kırkılmak ne demek, hayvanlar kırkılır, insanlar traş olur.
Saçlarınızı adam gibi traş ettirin, kestirin".
--Tabi lafın bana geldiği biliniyordu, herkes
baktı, utandık ama yapacak bir şey yoktu.
--Kravat konturolü yapılıyordu. Bizim sınıf da,
giriş katında olduğundan, pencereden bir arkadaşıma kravatımı vermiştim.
--O da ne, arkadaşımdan önce, nöbetçi Hocam
gelmez mi sınıf'a. Doğru bana ve sonunu tahmin edersiniz.
--Olağan zamanda bile yanakları kızaran benim,
yediğim tokatlardan sonra yanaklarımın halini sormayın.
--Ama bizde, "Öğretmenin vurduğu yerde, gül
biterdi". Susutuk.
--Sınıf Arkadaşlarımdan Osman Manis, Akif Ciyer, Hasan Gülkokan ve karşılaştığım bazıları ile eskileri ne zaman
yadetsek, benim "Sınıf Başkanı" olarak, gürültü yapanları yazıp ama
nöbetçi öğretmen geldiğinde listeyi cebime atmamı ve onların yerine yediğim
tokatları konuşur güleriz hep.
--Çocuk iken bile, kendimizin yerine hep
arkadaşlarımızı, başkalarını düşünmeyi bir Anadolu delikanlısı olarak hangi
şartlarda öğrendiğimizi anlatmak.
--Bizler, üretmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı ve
toprağımızı, ülkemizi, milletimizi sevmeyi öğrenerek büyüdük. Ve bunu bir yaşam
biçimi yaptık.
--Gerçekten yönetmek dünyanın en kutsal işi.
Size şaka gibi gelebilir ama, gerçekten öyle.
--Neden mi? Çünkü, Yönettiğiniz her
organizasyon, sizin yönetim beceriniz ve kararlarınız kadar başarılı. Sonuçları
da, buna bağlı.
--Ben kıskançlıklarından dolayı, hiç suçum
olamdığı halde ceza aldığım sınıf başkanlarını, kol başkanlarını bile bilirim.
--Derdim anıları anlatmak değil, günümüze gelmek
istiyorum; genel siyasi yaşama ve yelpazeye.
--Artık günümüzde gerek yaşam koşulları, gerekse
de gerçekleri elbette değişti. Ama gereklilikler diğişmiş olabilir ama,
yönetsel gerçekler yüzyıllardır değişmedi.
--Yönetici, bilgili, bilge (Atatürk gibi olur
ise tadından yenmez), erdemli, sorumluluk sahibi ve yaşananların sorumluluğunu
üstlenebilir, güvenilir, süreçleri bilir ve yönetebilir, adil ve günün
koşullarını bilmek ile birlikte, yarınları da görebilir ve yönlendirebilir
olmalıdır.
--Çok üzgünüm ki günümüzde, ilişki ağları çok
genişlemiş ve çeşitlenmiştir. Çıkar işbirlikçiliği ve örgütlülüğü her şeyi
kontrol eder olmuştur, hale gelmişir.
--Bırakın artık kendi sınıf, mahalle, semt, ülke
çıkarlarını konurmayı, bölgeyi ve dünyayı da düşünmek zorunda olmalıdır iyi bir
yönetici. Ama?
--Evet, ama biz böyle bir yöneticiyi seçer
miyiz?
--Benim yakın çevrem ve ilişkilerim için sormaya
bile gerek yok ama, maalesef ezici çoğunluk, sosyal, siyasal ve dini/inanç
ekseninde daha çok etkilenir olmuştur.
--Aclık ve yoksulluğu sorgulamak, gidermek
yerine, "yaşadığınıza şükredin" diyen din görevlileri türetilmiştir.
--Hani "“Kenar-ı Dicle’de Bir Kurt Aşırsa
Koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu” idi. Artık bırakın o koyunu
korumayı bir yana, kurt ile işbirliğine başlanalı çok oldu. Bunları düşünmeyi,
sorgulamayı ne zamandır bırktık, farkında mısnız?
--Ülkede deprem olmuş, yüzyıllık kurumlar iş ve
işlevlerini unutmuşlar, olaydan ne menfaat, çıkar elde edebiliriz derdindeler
--Bakın Beyler, sizler bilir misiniz bilemem
ama, okullarda, sokakta eskiden KIZILAY Zarfları ve Kumbaraları olurdu. O
küçücük çocuklar, aç ve açıkta kimse kalmasın diye, şeker-çikolota paralarını o
kumbaraya atar, zarfa koyardı. Hala da öyle.
--Ama yazılanlardan, söylenenlerden öyle
anlaşılıyor ki, o dünyada canlarını al da, çikolotasını alma denilen çocukların
can-ı gönülden verdikleri paralar bile nerelere gitmiş. Yok!..
--Ülkenin, havaya atılan paralarını hiç
saymıyorum.
--Ya sahiden ben kime ne diyorum ki!...
--Çocukluk yıllarında, "geçenden bir akçe,
geçmeyenden iki akçe" diye masal diye okunan DELİ DUMRUL MASALLARINI yaşam
biçimi etmiş, İstanbul'u, Trakyayı, Egeyi yaşamında hiç görmemiş ve görmeyecek
insanların torunlarına bile buralardan geçmesede, geçiyomuş gibi köprü, yol
paralarını veren, verdirecek olan bir ahaliye ben ne diyorum ya.
--Aklımımı kaçırdım.
--Allahım akılma sen mukayyet ol!..
--Yönetici, akıllı, vicdanlı ve adil olması
gerkiyomuş.
--Hadi Canım sende.
--Sen öyle birini seçer misin ki de şikayet
edesin!.. Geçiniz.
HALININ ALTI KURTLANDIIIIII!...
İbrahim Uysal
Yorumlar