Bırakın gazete, tv ve sosyal medyayı, günlük yaşamımızda bile ortak bir noktamız kalmamış. Tek tek apayrı dünyalarda, apayrı insanlar olmuşuz. Millet olmak nedir? Neden ve nasıl millet olduk?
--Gelin şimdi her şeyi yerli yerine oturtalım.
--Önce Millet kavramında ortak bir noktamız olsun.
--Evet, her şeyden önce bu "Millet"de nereden çıktı? Tarihin bütün dönemlerinde, yer yüzünde bu günkü kadar millet varmıydı?
--Olayı karmaşık hale getirmenin bir anlamı yok. Evet, insanlığın evriminde ilk önce, ilkel insanı görüyoruz.
--Sonra yabanilikten evrimleşerek, ağaç kuvuklarınıda, mağaralarda yaşayanlarını görüyoruz.
--Her halde iki kayayı biribirine sürterken çıkan çıngı ile, keskinleşen kaya ya da metel parçası ile bir yerlerini ya da bir şeyleri kesince de ne kadar çılgına dönmüştür kimbilir.
--Sonra, doğanın göbeğinde sap gibi tek başına yaşamak pek de kolay değildir. Eee kadın isen doğuracaksın, erkek isen de avlanacak, bulunduğun gurubun güvenliğini sağlayacaksın.
--Derken, birden topluluk oluveriyorsun.
--İki insanın olduğu yerde kavgadan, döğüşten, sohbetten başka neler olmaz ki. Bu da bir organizasyonu gerektirir.
--Al sana topluluk.
--Peki bu toplulukları bir arada nasıl tutacaksın?
--Elbette ki ortak bir dil, yaşam kültürü, hatta inanç geliştireceksin; bir şeyleri daha iyi organize edeceksin ve kalıcı kılacaksın.
--Kültür derken bir de bakacağız ki, ilk çitler çekilmiş, aile toplum organizasyonun ilk nüvesi olarak sosyal yaşamda ki yerini almıştır.
--Doğa, çevre koşulları; içlerinden birlerinin üreteceği ve yaratacağı farklılıklar zaman ile toplumsal değişim ve dönüşümleri getirecektir.
--Toplulukların sayısı artınca, yaşanan yerler de dar gelecek, yeni yerler, yeni yaşam alanları gerekecektir. Alın size ilk göçler.
--O zamanlar bu insanların zaman diye bir dertleri yoktur
--Gel zaman git zaman herkes kendi kanbağını koruyacak ise de, artık o kadar kan ve can vardır ki ortalıkda, birden herkes kendini kan gölünün içinde buluverir. Alın size savaşlar. Kan davaları.
--Sonra yine yollar, yine yıllar. Bir de ayaklarını bastıkları bu topraklar var ya. O da tekin değildir. Yanan dağları, ovaları, denizleri, nehirleri, otları, kuşları vardır.
--Ve evren denilen şey ne men bir şeydir öyle. Buzlar erir, sular ortalığı doldurur. Topraklar ortadan yarılır. İnsanlar bir oyana bir bu yana dağılır, savrulur.
--Oralarda da yeni yaşamlar, yeni mücadeleler başlar. Milyar ile başlayan toprakların değişim ve dönüşümleri, onları da etkiler, onlar da milyonlarca yıl süren serüvenlerinde kendilerinden bir şeyler de katarlar. Değişim ve dönüşümlerini yüz binli, on binli en sonuda da binli yıllara düşürürler.
--Ucunu bucağını bilmedikleri Dünyaları artık onlarada dar gelmektedir. Onlar, onlar olarak bir birleri ile karşı karşıyadırlar.
--Bu öyle öykülere girer ki, adları "Habil ile Kabil" olur kavgaların, kiminde de tahrılara isyan olur; Olimpos'da tanrı Zeus'dan insanlık için ateşi çalan Prometheus olur.
--Öyküler, aşklar, sevdalar mı?
--Bu topraklarda öyküden bol ne olur ki. Sevdanın adı Anadolu'nun bir bölümünde Leyla ile Mecnun olur, bir bölümünde de Mem u Zin. Dillerimiz döne dolaşa ulaşır bu günlere.
--Derken, güç ortaya çıkar. Ok olarak, kılıç olarak tüfek olarak.
--Güç çıkar ortaya bilgi olarak, yetenek olarak ve organizazsyon olarak.
--Ve "değiş tokuş" yetmez olur. Para. Önce el kiri falan denilse de, tanrıların tanrısı olur çıkar.
--Güç, para, silah.
--Artık insanlık için bilenenlerde, bir yol ayrımına daha gelinmiştir. Beyler, Boylar, Soylar, Komutanlar, Padişahlar, Krallar ve Papalar, papazlar, Hocalar, Şeyhler, Şeyhülismlar çıkmıştır ortaya.
--Oysa ne güzeldik öyle, ne mutluyduk ağaç kovuğunda, taş diplerinde. Bilgimiz gücümüz oldu, Gücümüz silah oldu, ve birbirmizin gırtlağına dayandık. Lokmalarımza göz diktik.
--Hani biz kardeştik?
--İşte lokmaların savaşı, lokma savaşı olmaktan çıktı, diğerini aç bırakma savaşına döndü. Üstelik, üstlerine ne güzel öyküler uydurularak. Birimizin acısını, diğerimizin mutluluğu sayarak çıkardık ilk yangınları. Ve Roma'yı yakmaya kadar götürdük işi.
--Boylardan Beyler çıkardık, Kurduğumuz şehirlerden Krallar.
--Ne güzel duygular ile başlamıştık oysa öyküye. Papalar, papazlar, hahamlar, imamları, Şeyhülislamları çıkardık. Oysa biz, insan ve insanlık iyi ve güzel yaşasın diye, öz çocuklarımızı bile kurban vermiştik insanlık adına tanrılara.( GeHinnom, Cehennem sözcüğünün İbranice'deki adıdır ve Lübnan-Küdüs yakınlarında ki "Hinnom Vadisi/Cehennem Vadisi anlamına gelir.)
--Ortacağ acılarını, engizisyonları, giyotinleri, idamları, katliamları yok sayıyorum artık. İnsanı ve insanlığı tanıyıp, millet olmak için.
--İşte insanlık yüzlerce, binlerce yıllık acıları gitsin, olmasın diye kıvranırken, zaman değişti, düzen değişti, sistem değişti.
--Toplumlar Kapitalizm ile tanışmaya başladılar. Bu tanışmaları, onlara savaçları, açlık ve yoksulluğu getirse de, onlar bambaşka hayaller kurdurdular Cennetleri için. Korkutlar, cehennemleri için.
--Ve bizim hikayemiz ise, buradan başlıyor.
--Yok 1071'de gelmişiz, yok daha önce gelmişiz. Yok zaten buradaymışız. Hepsi doğru ama, sorunu çözmüyor ki!..
--Yok Hititlerin soyu şu, Asurların boyu bu. Bu, sizin dışınızda kimsenin umurunda değil ki. Sana "cambaza bak" deyip, toparklarını, tarlalarını almadılar mı? Osmanlı ne oldu?
--Bir Mustafa Kemal ve o dönemin yurtsever aydınları olmasa, bu gün bu öyküleri böyle anlatabilecek miyidik?
--Ve herkesin apayrı öyküleri olsa da, herksin apayrı umutları, hayalleri olsa da, gelinip toslanmıştır, emperyalist işgallere.
--Antep, Urfa'da ayrı, Antalya'da, İzmir'de ayrı.
--Ve o kadar acıdan sonra, gelenleri, geldikleri gibi, geldikleri yerlere yolladıktan sonra, kendimize geldik. Ve ilk soruyu sorduk?
--Biz ne idik?. Ne olacağız!..
--Buna en iyi yanıtını, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk veriyordu."TÜRKİYE CUMHURİYETİ'Nİ KURAN TÜRK HALKINA, TÜRK MİLLETİ DENİR" diyerek, ortak bir Ülkü ve ülkde buluşturyordu herkesi.
--Sonra Devrimler, Sosyal-siyasal sınıf ve zümreler kaldırlıyor, halifelik ve hilafet, ağalık, şeylik, şıhlık ne var ise. Herkes eşit yurttaş oluyordu. Yokluk ve yoksulluğun kol gediği köyler imar ediliyor, köylüye toprak veriliyor, köy-kasaba çocukları Köy Enstitülerinde okutuluyordu.
--İşte ne oldu ise o zaman oldu. Yoksul köylü, kentli iş sahibi yapılacak, çocukları okutulacak?
--Bu ne ağaların, ne de yabancılar ile işbirlikçilerin işine gelirdi.
--O gün bu okulları kapattılar, sonradan aynı köy çocuklarını "taşımalı eğitim" adı altında ucube bir sistem ile uyuttular.
--Cumhuriyetin emekleri ile kurlan o güzelim fabrikaları sattılar, arsalarına rezidanslar yaptılar.
--Dörtbir yandan ölmeye, öldürmeye hazır insanlar yaratıp, Cumhuriyetin, Devletin köküne kibrit suyu döktükten sonra, en sonunda da milletin arasına nifak sokup, onu böldüler.
--Ve gele gele geldik bu KONONAVİRÜS'lü günlere.
--Üzgünüm ki bir çoğumuz ölecek. Hem de kendi anamızın, babamızın, kardeşimizin hataları ile.
--Sadece vürüs taşıyıp gelip bulaştırmaları ile değil. Tercih ettikleri siyasi tavır ve seçimleri ile. Yarattıkları iktidarları ile, hep birlikte öleceğiz. Hep birlikte zorluklar, sıkıntılar yaşayacağız.
--ÖTV, Deperem, vs bir çok vergiyi ve fonu niçin ödemiştik. Zor günler için. Peki bu günler zor günler mi? Evet.
--Peki bu paralar nereye gitti.
--Hani bi şeyleri, bi şeyler yemiş, sonra da dağa kaçmış, en sonunda da dağ yanıp, kul olmuş bitmiş ya. İşte bu toplanan fonlar, vergiler vs hepsi bu masala benzemiş.
--Umalım ki, bu vürüs salgını günlerinde
--DEVLET OLMANIN, MİLLET OLMAnın farkına vardığımız gibi, ona sahip çıkmanın da ne kadar önemli olduğunu anlarız.
--Ne büyükmüşsün be ATATÜRK, Büyük Atam.