Kıyamet kopsaydı, Genel Kurmay binası bombalansaydı ya da Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı Binası yerle bir edilseydi bile birkaç Amiralimiz sağ
kalırdı, iş başında kalırdı. Tarihte, bin yıldır kurulmuş hiçbir Türk
Devletinde Ordusunun komuta kademesinde böyle bir tasfiye yaşanmadı.
İki uydurma dava ile (Ergenekon ve Balyoz Davaları) Türkiye
Cumhuriyeti’nin kırk yılda yedişmiş tüm Amirallerinin ordudan atılması,
tutuklanması, beş yıl hapishanelerde çürümeye terk edilmesi korkunç bir
olaydır.
Bu olay Amirallerin tamamının öldürülmesinden daha vahimdir. Askerimizin
başına, dost görünüp çuval geçirilmesinden daha vahimdir.
1927 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde;“Cebren ve
hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine
girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal
edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere,
memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet
içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini,
müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret
içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir” diyordu.
Düşmanın cebren yani silah zoruyla yaptıklarını Yunan İşgalinde; daha
öncesinde de Truva Şehrinin yağmalanmasında gördük, biliyoruz. Fakat “hile ile”
nasıl olabilirdi bu işler? 21. Yüzyılda hile ile orduların dağıtılması nasıl
olurdu? Hile nasıl kullanılabilirdi?
Mustafa Kemal Atatürk’ün anlatmak istediği tam da bizim ordumuzun tüm
Amirallerinin hileli iki dava ile harcanmalarının 92 yıl öncesinden görülmesi
gibidir. Bu kez düşmanın kullandığı Truva atı iktidarın kendisidir.
Dünya tarihinde görülmemiş, eşi benzeri olmayan bu tasfiyenin nedenini
Amiral Cem Gürdeniz iki kitabında anlattı: birincisi “Hedefteki Donanma”,
diğeri de “Mavi Uygarlık”…
Çünkü, diyor Cem Gürdeniz; bizim bir yeşil vatanımız, bir de mavi
vatanımız var. Mavi vatanımız denizlerin altında Türk Karasuları ve Münhasır
Ekonomik Bölgelerden ve Kıta Sahanlığımızdan oluşur. Mavi Vatanımızın yüzölçümü
yeşil vatanımızın yüz ölçümünün, yaklaşık, yarısı kadardır.
Mavi Vatanımızda bulunan petrol ve doğalgaz’ın Doğu Akdeniz’de bulunduğunu
saptayan Amerika Birleşik Devletleri ve bağlaşıkları Türkiye’nin ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını ihlal edeceklerini hesaplayarak buna
boyun eğmeyecek olan Deniz Kuvvetleri Komuta kademesinin tamamını iktidara
tasfiye ettirdiler. Kendi elimizle kendimizi vurduk…
Şu anda Mavi Vatanımızın Doğu Akdeniz’de bulunan büyük bir kısmına
petrol nedeniyle el konulmuş durumdadır. Ne yazık ki bütün uyarılara karşın
hiçbir başka devletin oluru alınmadan tek taraflı olarak ilan edebileceğimiz
Doğu Akdeniz Münhasır Ekonomik Bölge ilanını yapmadık, yapamadık,
yaptırmıyorlar. Oysa bu bizim hakkımız!
Uzmanların ve Amirallerimizin bütün uyarılarına karşın MEB ilan
edilmeyerek yabancı işgalci güçlere boyun eğmiş bulunuyoruz. Volkan Ş. Ediger Osmanlı’da
Neft ve Petrol adlı araştırma kitabında; dördüncü Haçlı Saferinden sonraki ortamdan
yararlanarak 1207’de Antalya’yı ele geçirip, İmparatorluğunu sadece Konyalı
olmaktan kurtaran Selçuklu Sultanı I. Keyhüsrev ve bu tarihten sonra Hıristiyanların
Doğu Akdeniz’deki egemenliğine son veren Türkler denizi gerçekten çok
sevmişlerdi, diyor.
1207’den 1827 tarihine kadar Doğu Akdeniz’de egemenliğimiz sürmüşken ve
bu tarihteki Navarin deniz savaşıyla Türklerin üç büyük harp gemisi, dört büyük
ve 19 küçük firkateyn ile 1994 topu ve aralarında hasta ve yaralıların da
bulunduğu 6.000 asker suya gömüldü. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu kömürün buhar
kazanlarında kullanılmaya başlanmasıyla buharlı gemilerin imal edildiğinden
habersizdi.
Donanmasını bütünüyle yitiren bir padişaha, buharlı gemilerin önemi
bundan daha acı bir dersle öretilemezdi, diyor. “Oysa, ilk defa 1787’de
İngiltere’de denenen buharlı gemiler konusunda 40 yıl boyunca kaydedilen
gelişmeler sayesinde donanmasında bu tür gemileri olmayan büyük devlet
neredeyse kalmamış gibiydi…”
İktidarın kendisini ait hissettiği Osmanlı İmparatorluğunun: Matbaa’nın
yüz yıl cahil Şeyhülislam Fetvalarıyla alınmaması gibi buharlı gemilerin,
kömürün, petrolün önemini zamanında kavrayamamaktan dolayı çöktüğünü bilmek
gerekiyor.
Kendi Münhasır Ekonomik Bölge’sine sahip çıkamayan, çıkmayan ve çağdışı
şeriat devleti kurma hayalleriyle ülkemizi iç ve dış savaşa sürükleyen iktidar;
emperyalist ülkelerden korkusu nedeniyle Doğu Akdeniz’deki egemenlik
haklarımızı, Ege’de olduğu gibi terk etmiştir.
Karadeniz’i emperyalizmin diş geçiremediği bir sükûnet denizi haline
getiren; Ege’de Kardak Kayalıklarında tarih yazan, Akdeniz’de kuş uçurmayan,
Hint Okyanusuna kadar donanmamızı denizaşırı görevlerde başarıdan başarıya
ulaştıran, denizlerimizde egemenliğimizi sağlayan tüm Amirallerimiz
onurlandırılmalı ve yeniden göreve çağırılmalıdır.