Makedonya’nın Başkenti Üsküp’ten sonra Karadağ Cumhuriyeti’nin Budva, Kotor kentlerindeki kısa gezilerimizi tamamlayıp Hırvatistan’ın Dubrovnik şehrine gittik. Bir şarkıda “duvardaki resim başka, sen başka…” diyor ya olağanüstü güzelliklere ait yüzlerce resim ve videoyu internette görmek başka, yaşamak bir başka oluyor. Özellikle UNESCO’nun korunması gereken dünya miras listesinde yer alan Dubrovnik şehri, dünyada mutluluk içinde yaşanacak sayılı yerlerden biri olarak kabul ediliyor. Balkanlar’ın tarihi ve turistik açıdan en güzel yerlerinden biri olan şehir; kendi nüfusunun on misli turist ağırlıyor. Şüphesiz bunda kenti yönetenlerin düşünce ve ilkeleri etkili olmuş. Bizdeki gibi otuz katlı yapılar dikilmemiş, denizin kenarlarına yüksek; arkalarına alçak katlı imar plan değişiklikleriyle mahvedilmemiş. Devletin,  turizmi destekleyen politikaları yanında yüzlerce yıllık yapıların korunması da insanları Dubrovnik’e çekiyor.

Bu güzellikleri yaşadıktan sonra 21. Yüzyılın en büyük insan kıyımının yapıldığı Saraybosna’ya ulaştık. Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna yaklaşık 500.000 nüfusa sahip bir şehir… Avrupa’nın tarih ve kültür açısından en zengin kentlerinden biri... Öyle ki Saraybosna Batı ve Roma İmparatorluğu’nun ayrıldığı, Katolik, Ortodoks ve Osmanlı’nın birlikte var oldukları bir kenttir.

Saraybosna’yı yakın geçmişte her bakımdan etkileyen olay 1992–1995 yılları arasında yaşanan iç savaştır. Yugoslavya’nın dağılmasıyla devletin tüm silahlarını ele geçiren Sırplar; Saraybosna’yı çevreleyen dağlara konuşlanarak şehirdeki Müslüman Boşnakları uzun menzilli-dürbünlü tüfeklerle öldürmeye başlamışlardı. Dört yıl süren tarihin bu en uzun ablukasında Sırp Ordusu tam bir katliam gerçekleştirmiştir. Dört yılda 100 bin kişi yaşamını kaybetti, 44 bin kadın tecavüze uğradı, 2 milyon kişi evlerini ve işini terk etti, 17 bin çocuk öldürüldü, 35 bin civarında çocuk ise yaralandı.

   Dört yıl süren ablukayı kırmak için Boşnaklar;  Sırpların gözetimi altında olmayan tek çıkış yerine; Birleşmiş Milletler(BM)’in denetimi altındaki havaalanının altına Umut Tüneli adını verdikleri bir geçit kazmışlar.

Buradan sağladıkları yiyecek-silah-araç ve gereçlerle ve takviye insan ve askerlerle dört yıl yiğitçe dayanmış ve savaşmışlardır. Özellikle kadınların her şeye rağmen gururlarını, onurlarını korumaları dillere destandır.

Umut Tüneli’nin civarındaki evlerde kurşun izlerini gördük. Tünelde yürüdük. Anı defterine yazılar yazdık. Ben de; “21. Yüz yılda Avrupa’nın ortasında yıllar süren bu kıyımın ayıbı Avrupa’ya yeter” yazdım.

Saraybosna bir Türk Şehri! Her yerde Türkçe konuşuluyor. Çok miktarda yurttaşımız turist olarak geldiği gibi bazı iş adamlarımız da burada yatırımlar yapıyor.

Saraybosna’nın merkezindeki Osmanlı’dan kalan Çarşı, bizim İstanbul’daki Mahmutpaşa‘nın, Kapalı Çarşı’nın bir benzeri…Demleme çaylar, her çeşit kebaplar, sanki Türkiye’deyiz!...

Buradaki Hüsrev Paşa Camisini yerel rehberimiz anlatıyor; “Padişahın camisinden büyük olmasın diye bu caminin şerefeye çıkan merdiven basamaklarının birkaçı eksik yapılmış.”

Beni en çok Saraybosna’nın içinde sürekli yanan bir ateş etkiledi.

Bu ateş Yugoslavya’nın bir arada yaşama istemini temsil ediyormuş. Sırplar, kuşatma sırasında en çok bu ateşin devamlı yakılması ve hiç söndürülmemesi bizim maneviyatımızı bozuyordu” demişler.

Gerçekten de Boşnaklar bu ateşi sürekli yakmak için canlarını feda etmişler. O zamanlar odun ve benzeri maddelerle yakılan ateş; şimdi doğalgaz ile sürekli olarak yanmaya devam ediyor.

Ateşin önündeki anıtta, arkadaşlarımızla saygı duruşunda bulunarak öldürülen Boşnakların anısı önünde eğilerek direniş kurbanlarını selamladık.

Bugün Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar yine bir arada yaşamaktadır. Şehir, Avrupa’da çok kültürlülüğün görülebileceği yerlerin başında gelmektedir. Bugün güvenli bir şehir olan Saraybosna; dünyada en çok ziyaret edilen ilk 10 şehir arasındadır. 2011 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday gösterilmiştir.

Geniş, ferah, güzel bu şehri ve beş yüz yıl yönetimimiz altında kalan Balkan topraklarını gezmeden ölmeyin…

Ve son sözümüz; “olmasaydı da olurduk” diyenleredir: Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı Trablusgarp’tan, Kafkaslardan, Kırım’dan, Macaristan’dan, Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan’dan, Balkanlardan nasıl kazındıysak Trakya ve Anadolu’dan da öyle kazıyacaklardı bizleri… Nankörlük yapmayın…


(Boşnaklar’ın çok sevdikleri liderleri (meslektaşım Avukat) Aliya Izzetbegoviç, Saraybosna’da, Kovaçi Şehitlik Mezarlığı’nda halkıyla koyun koyuna yatmaktadır... “Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”  Sözleri sanki hâlâ kulaklarımızda çınlıyor gibi…