Geçtiğimiz Cumartesi günü CHP’nin 1980 öncesindeki Gençlik Kolları İl Başkanları Antalya’da toplandı. Birçok ilden o zamanki gençlik kolu başkanları geldi. Gençlik Kolları Genel Başkanlığı yapmış olan Süha Akıncı, Sabri Ergül de vardı. Bu toplantı bir panel biçiminde yapıldı. İzmir Eski Gençlik Kolu Başkanları Sabri Ergül ve Musa Çam (ikisi de sonradan milletvekili seçildi), Ankara Eski İl Gençlik Kolu Başkanı (sonradan Ankara İl Başkalığı yapan) Zeki Alçın, dört saate yakın süren toplantıda yaptıkları sunumlarla salondaki herkesin övgüsünü kazandılar.

Geçmişi bilmeden gelecek kurulamaz. Unuttukça unutuluruz.

1980 öncesinde, CHP Antalya Gençlik Kolu İl Başkanlığı yapmış olan Recep Durmasür’e böyle güzel bir buluşma sağladığı için teşekkür ediyoruz. Çok yararlı bir panel izledik. Çok şey öğrendim. Gençlik Kolları Eski Genel Başkanlarından Hasan Belovacıklı’nın ve Gençlik Kollarındaki çalışmalarından sonra Antalya İl Başkanı olan Mustafa Çetin Kaya’nın fotoğraflarıyla unutturulmaması da memnuniyet vericiydi.

Geçmişten bahsederken sizleri 14.09.2000 tarihine geri götürmek istiyorum. Bu tarihteProf.Dr.Sebati Özdemir “CHP’nin Seçim Yenilgisi ve İstikrar Üzerine” başlıklı yazısında o tarihteki durumu nesnel şekilde yazmış. Ders aldık mı dersiniz?

“18 Nisan (1999) seçimlerinden sonra ve hâlâ sürdürülen tartışmalarda CHP’nin seçim yenilgisinin nedeni olarak ANASOL-D azınlık hükümeti hakkında yolsuzluk iddiasıyla verilen gensoru önergesini destekleyerek hükümetin yıkılmasına neden olmak ve böylelikle de seçimlere gidilirken bir hükümet sorununa ya da bugünün popüler deyimiyle ‘istikrarsızlığa’ yol açması gösterilmektedir. Özellikle liboş kalemşorlar tarafından sürekli iddia edilen bu görüş, ne yazık ki bazı CHP’lilerce de desteklenmektedir. Bu görüşe DSP’li milletvekillerinin de sahip oldukları anlaşılıyor ki ‘Yolsuzluk dosyalarına destek verirsek ve böylelikle hükümet krizine, yani ‘istikrarsızlığa’ neden olursak ilk seçimde CHP’nin durumuna düşeriz’ diyerek bu aklama-paklama faaliyetlerinde başrolü oynadılar.

Her ne kadar Bülent Ecevit’in ‘istikrar bozulur’ iddiasıyla Süleyman Demirel’i bir süre daha Çankaya’da tutma çabaları tutmadı ve buna karşın ülkede istikrar bozulmadı ise de bu ‘istikrar tezine’ göre ‘istikrarın bozulmaması’ uğruna Meclis’te yapılan aklama-paklama operasyonlarında başrolü oynayan ‘dürüst’ Ecevit’in DSP’sinin ilk gelecek seçimlerden daha da güçlü çıkmasını beklemek gerekecek. Bekleyip göreceğiz bakalım, ilk seçimlerde ‘istikrar’ ve ‘temizlik’ düşkünü bu ‘demokratik solcu’ milletvekillerinin hallerini.(Yazar nasıl da bildi! 2002 seçimlerinde bildiğiniz gibi DSP barajın altında kaldı ve hiç milletvekili çıkaramadı.)

CHP, Nisan-1999’da yapılan erken genel seçimlerden sonra Meclis’e girememekle tarihinin en büyük yenilgisini almış oldu. Ancak bu, sanıldığının aksine ilk seçim yenilgisi değildi; çünkü CHP, Aralık-1995 genel seçimlerinde de yenilmişti. Tek farkı ise kıl payı barajı aşıp Meclis’e girebilmesiydi. Bu yüzden, yenilginin nedenlerini daha geçmişten başlayarak aramak gerekmektedir.

12 Eylül dönemi ve ardından iktidara gelen ANAP’ın altı yıl kadar süren icraatları, Mart-1989 yerel seçimlerinde yüzde 36’lık bir oy oranıyla birinci parti olarak SHP’nin zaferini sağlamıştı. Ama belediyelerin zayıf ve tabandan kopuk icraatları, partinin Ekim-1991 genel seçimlerinde belki birinci çıkmasını engellemişti; ancak SHP yine de yüzde 20,8’lik bir oy oranıyla DYP ile birlikte iktidara taşınmıştı. O dönemde SHP’li seçmenin hemen tamamı, Demirel ile yapılan bu koalisyonu desteklemişti. Çünkü sosyal demokratların belki de tek isteği vardı bu hükümetten; o da 12 Eylül’ün halka çektirdiği acıların hesabının sorulması ve yaralarının sarılmasıydı.

Ancak cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş bir halk desteğiyle kurulan bu DYP-SHP koalisyonunda demokratikleşme ve özgürleşme, sivil ve temiz toplum yönündeki beklentiler boşa çıktı. Aksine, halk daha da yoksullaşırken, faili meçhul cinayetler ülkenin en popüler görüntüsünü oluşturuyordu. Tüm bunların yanı sıra 1993 yılında Uğur Mumcu’nun katledilmesi, 12 Mart döneminin ve Milliyetçi Cephe hükümetlerinin Demirel’ininSHP’nin oylarıyla cumhurbaşkanlığına taşınması ve Erdal İnönü’nün başbakanlığa vekâlet ettiği gün devletin gözü önünde gerçekleştirilen Sivas katliamı, yenilgiler zincirinin habercileri olacaktı.

Demirel’in yerine başbakanlığa gelen Tansu Çiller ile hükümete devam etmek, bu kişi hakkındaki usulsüz malvarlığı iddialarına sırt çevirmek; kısacası gerek Murat Karayalçın gerekse Deniz Baykal’ın liderliği dönemlerinde partiyi DYP’nin iktidarı uğruna bir koltuk değneğine dönüştürmek, tabiatıyla sosyal demokrat seçmen tarafından asla affedilmedi ve sandığa yansıtıldı.

Tüm bunlar Mart-1994 yerel seçimlerinde solun ağır yenilgisine yol açtı ve neredeyse bütün belediyeler kaybedildi. Aralık-1995 genel seçimlerinde ise CHP çatısı altında birleşmeye karşın oy oranı daha da düştü ve parti Ekim-1991 seçimlerinde aldığı oyların yarısını kaybederek sadece yüzde 10,7’lik bir oy oranıyla zar zor Meclis’e girebildi.

Ancak Meclis’e girdikten sonra tüm bunların muhasebesi yapılıp gereken dersler çıkarıldı ve etkili bir muhalefet yapılabildi mi sorusunun yanıtı ne yazık ki hayırdır. Parti ideolojisi hiçbir şekilde öne çıkarılmadı ve günübirlik siyaset anlayışı, ilkesizlik ve hizipçilik partiye egemen oldu. Seçmenin uyarısını dikkate almayan; arzu, özlem ve beklentilerine uygun siyaset sergilemeyen ve örgütten tamamen kopuk Baykal ve ekibi, kendileri dışındaki herkesi ve her düşünceyi dışladılar. Bunun sonucu olarak birçok il ve ilçe örgütünden partililer ile Mümtaz Soysal ya da Aydın Güven Gürkan gibi isimler partiden uzaklaşmak durumunda kaldılar. Bütün bunlara milletvekili aday tespitindeki örgütten uzak ve hizipçi anlayış da eklenince Nisan-1999 seçimlerinde yüzde 8,8’lik bir oy oranıyla CHP Meclis dışında ‘bırakılmış’ oldu.

Sonuç olarak CHP, gensoruya destek vererek hükümetin düşmesine, yani ‘istikrarsızlığa’ yol açtığı için değil, kendisi bu on yıllık dönemde istikrarlı bir parti olamadığı için Meclis dışında kaldı. Aslında Baykal’ın belki de yaptığı en olumlu iş, gensoruya destek vermekti. Çünkü sosyal demokratlar hiçbir yolsuzluk iddiasının sumen altı edilmesini onaylamaz ve hiçbir ‘pislik’ iddiasında da ‘deterjan rolünü oynayamazlar. Yoksa bakmayın bu sağcı kalemlerin ve liboş tayfasının sürekli bu ‘istikrar’ edebiyatını CHP’nin Meclis dışında kalma nedeni olarak göstermeye çalışmalarına.

Ama hiç kimse merak etmesin ki Atatürk’ün önderliğinde cumhuriyeti kurmuş ve çağdaş devrimleri gerçekleştirmiş bu parti ne derece ağır bir sorumluluk altında olduğunun da bilinciyle toparlanarak ilk seçimlerde Meclis’te hak ettiği yeri alacaktır, almak zorundadır da. Çünkü bugünün pratiğinde daha iyi anlaşılmaktadır ki çetelerle ve çetecilerle, yolsuzlarla ve yolsuzluklarla, devletin kasasını boşaltıp malını mülkünü ona buna peşkeş çekenlerle ve laik, demokratik cumhuriyet düşmanlarıyla mücadele edebilecek tek sosyal demokrat parti vardır; o da CHP’dir.”

Günümüze dönelim; CHP’nin Türkiye Nüfusunun yüzde altmışına yakınının yaşadığı kent belediyelerini kazanarak iktidar değişikliğinin öncesine geldiğimiz şu sırada geçmişteki yanlışlarımızdan ders alacak mıyız? Belediyelerimiz başarılı olacaklar mı? Belediye Başkanlarımız kendilerini o koltuğa oturtan örgütü ve geçmişte bizim gibi siyasal sorumluluk taşımış insanları dinleyecekler mi? Halkın sesini belediyeye ulaştıran CHP örgütlerini adam yerine koyacaklar mı? CHP ideolojisine sahip çıkacaklar mı? CHP iktidara geldiğinde; gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış bu iktidardan hesap soracak mı?Bilmiyoruz.

Bildiğimiz şudur: “Millet İttifakı”, demokrasi, parlamenter sistem, düşünce özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, kuvvetler ayrılığı, yasa önünde yurttaşların eşitliği ilkeleri temelinde kurulmuş sağlam bir uzlaşmadır. Türkiye’nin geleceği için aynen devamı sağlanmalıdır. Fakat “İttifakın” yürümesi, CHP’nin kendi ilkelerini terk etmesi, yayılmacılık karşıtı özünü kaybetmesi, sağ partilere benzeşmesi sonucunu yaratmamalıdır.