31 Mart’da yapılacak olan Yerel Seçimlere
sayılı günler kala, AKP. Genelbaşkanı RTE’nin, her vesileyle “Pazara kadar değil, İnşallah mezara kadar
” diyerek, duacısı olduğu Cumhur İttifakı’nın, 31.01.2019 tarihinde il ve
ilçe adaylarını belirleyip, törenlerle tanıtımını yapmıştır. Anamuhalefet
partisinin ise yine işi ağırdan alıp uzun uğraşlardan sonra, ancak 10.02.2019
tarihinde 12 maddelik Seçim Bildirgesi ile birlikte kesin adaylarını açıklayabildiği
görülmüştür.
Adayların tanıtımında
görülen bu manzara karşısında, mütedeyyin halkımızın da her ikisine koca bir “MAŞALLAH” çekip; yerel seçimlerde işi
Allah’a havale etmekten başka yapacağı bir şey kalmamıştır. Öyle ya, gönlündeki
şövalye -attan düşmekle özürlü olsa da- herkesten önce atına binip kılıcını
savurarak, rakiplerine meydan okuması yetmiştir müritlerine…
Oysa bugün,
devlet işlerinin ‘İnşallah ve Maşallah’
ile doğru yürüyeceğini sanan, devlet aklında yoksun aymazlara; artık bedevi
Arap toplumlarında bile rastlanmamaktadır. Ancak bizdeki aymazların, her
seçimde atı alıp Üsküdar’ı geçmeyi becerdikleri gibi halkı din ile Allah ile aldatmak
söz konusu olduğunda da El-hak üstlerine yoktur hani!
Bu durumda, amaca ulaşmak için her şeyin mubah (dince günah sayılmayan işler) olduğuna inandırılıp kavrama yetisi köreltilen dindar halkımıza; aklın ve bilimsel düşüncenin erdemini anlatmakta yaşanan açmazların başat nedeninin de bu olduğunu bilmeyen kalmamıştır artık!
Ekonomide Tehlike Çanları
Ne var ki bu
seçimlerin, dinsel etmenlerden daha çok son birkaç aydan beri başgösteren ve
ABD Başkanı Trump’un, devlet etiği
ve geleneğiyle asla bağdaşmayan “Türkiye
Kürtlere Saldırırsa, Türkiye’yi Ekonomik Olarak Mahvederiz” sözlerinden sonra
giderek yükselen bir eğilime giren Ekonomik Krizin gölgesinde kalacağı
anlaşılmaktadır. Nitekim öteden beri çeşitli yol ve yöntemlerle uyutulan, ancak
bütün çabalara karşın derin uykusundan uyanması önlenemeyen Enflasyon canavarı,
bu kez son yıllarda görülmeyen bir hızla yoksul ve dar gelirli aileler başta
olmak üzere, tüm toplumu bir ahtapot gibi sarıp sarmalamaya başlamıştır.
Bugün bilisiz
ve duyarsız yöneticilerin elinde 470 Milyar Dolar barca batırılan, Cumhuriyetin
kazanımı olan ulusal öz kaynakları da özelleştirme adı altında, haraç-mezat
satılarak tüketilen Türkiye’nin; bütün uyarılara karşın inatla sürdürülen
tüketim ekonomisiyle üretiminin dibe vurup işsizliğin tavan yapması yüzünden, dış
borçlarının faizlerini bile ödeyemeyeceği bir duruma düşmesine karşın, yaklaşan
tehlike çanlarının ayırtına varıl(a)madığı
görülmektedir.
Bunun sonucu olarak da bırakınız Enflasyon canavarının hortlamasını bir yana, 1958 Yılında Bayar- Menderes ikilisinin devr-i iktidarında olduğu gibi “Devletin iflası” demek olan MORATORYUM (vadesi dolan borçlarını yasayla ertelemesi) ilanına bile gidilebileceği ve yine IMF’nin kapısının çalınacağı, hatta bu konuda görüşmelere de başlandığı kimi uzmanlarca dile getirilmektedir. Bu vahim durumun, devletin tepelerinde “Domates, Biber, Patlıcan Terörü” diye hafife alınması ve Tanzim Satış Mağazaları gibi yeterli etkinliği olmayan palyatif (geçici) önlemlerle giderilemeyeceği için mutfaktaki yangının da artarak süreceği anlaşılmaktadır.
Seçimler Baştan Kara
YSK’nun açıkladığı Takvime göre
01.01.2019 tarihinde başlayan yerel seçim süreci ile birlikte, bu seçimlerde de
yolsuzluk yapılacağına ilişkin sav ve dokümanların, her seçim öncesi olduğu gibi
‘mutada inkiyaden’ ortalıkta dolaşmaya
başladığı görülmüştür. Örneğin boş arazilerde; Tapu’da kayıtlı olmayan bina,
daire ve konutlar için sahte Seçmen listeleri düzenlendiğinden tutun da kimi mahalle,
ilçe ve illerdeki hayali seçmen sayısının, bu yerlerdeki insan nüfusunu bile
aştığına; hatta bu yüzden kimi ilçelerin girişlerindeki nüfus tabelalarının değiştirilip
sayının şişirildiğine ve YSK’nun da seçmen sayısının yaklaşık iki katına
yetecek Oy pusulası bastırdığına kadar, çeşitli savların sosyal ve genel Medya’da
günlerce yer aldığı bilinmektedir.
Bu nesnel
olgulara kaşın, AY’nın 79/2. maddesinde belirtildiği gibi seçimlerin düzen ve güven
içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapmak ve yaptırmak;
seçim konularına ilişkin bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları kesin
karara bağlamakla görevli olan YSK’nca; seçimlerde uygulanan SEÇSİS (Seçim
Bilişim Sistemi)’nin, dışarıdan gelebilecek yolsuzluklara açık ve seçim
güvenliği için sakıncalı olduğu gözetilerek; parmak boyası da dâhil kimi ek önlemlerin
ivedilikle alınması beklenirken; “Yapılan
incelemede sahte/hayali seçmen tespit
edilemediği, haberlerde algı operasyonu yapıldığına” ilişkin açıklamalar da
adil ve güvenli bir seçime hasret Türk toplumu arasında oluşan haklı kuşkuları
gidermeye yetmemiştir.
Yetmemiştir çünkü bu açıklamayı yapan ve geçen yıl Rejim değişikliğiyle sonuçlanan kuşkulu Halkoylaması sırasında, yasanın açık hükmüne aykırı olarak mühürsüz oy pusulalarını geçerli sayan YSK’nun, Başkanı da dâhil Altı üyesi ile ilgili olarak; seçimlere üç ay kala hiç beklenmeyen ve kamuoyunca ‘Skandal’ olarak nitelendirilen yasal bir düzenleme yapılmıştır. Anayasaya Aykırı Yasa
Öyle ki 28.12.2018 tarihinde RG’de yayımlanan 7159
Sayılı Torba Yasanın 10. maddesi ile 7062 Sayılı YSK Yasası’nın Geçici 1. maddesine
eklenen, “Kurul üyelerinden; 2019
yılında görevi sona ereceklerin yerine 2020 yılı Ocak ayında, ..yenileme seçimi
yapılır” hükmü ile Başkan ve üyelerin –deneyimli
oldukları gerekçesiyle- görev süreleri bir yıl uzatılmıştır.
Ancak önümüzdeki
yerel seçimler için kurgulanarak uygulanmasına da başlanan bu hükmün, devlet ciddiyetinden
yoksun keyfi ve yersiz gerekçelere dayalı olması bir yana, yürürlükteki AY’nın 67. maddesinin son fıkrasındaki,
“Seçim kanunlarında yapılan
değişiklikler, yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren Bir Yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” kuralına
mutlak aykırı olduğu için üç ay sonra yapılacak bir seçimde uygulanması da asla
olası değildir.
Çünkü
Anayasanın anılan emredici kuralına karşın, yasama organının; Seçim yasaları
içinde yer aldığına kuşku bulunmayan 7062 Sayılı YSK Yasasının bir maddesinde
Anayasaya açıkça aykırı olan bir yasa ile değişiklik yapması durumunda,
kaynağını Anayasadan almayan bir yetkiyi kullanmış olur ki bu da AY’nın 6/3. maddesinde yazılı “ Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet
yetkisi kullanamaz” kuralına olduğu kadar, yine AY’nın 11. maddesinde yer alan “Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya
aykırı olamaz” şeklindeki buyruğuna da mutlak aykırı bulunduğu yadsınamaz.
Bu nedenle, YSK’nun
görev süresi dolan Başkan ve Üyelerinin katılımı ile aldığı ve alacağı bütün
kararların, seçimlerden sonra siyasal parti ya da adaylardan birinin yüksek mahkemeye
başvuruda bulunması durumunda, yok hükmünde sayılabileceğini de şimdiden söyleyebiliriz.
Öte yandan AKP’li TBMM. Başkanı’nın da AY’nin 94/son maddesi ile Siyasal Partiler Yasası’nın 24/2. maddesinin açık hükmüne göre, “..üyesi bulunduğu siyasi partinin Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine -görevinden istifa etmeden- katılamayacağı” açıkça belirtildiği halde, istifaya gerek duymadan İstanbul BB. Başkanlığına aday olup faaliyetlerde bulunması, yapılan eleştiriler üzerine de sanki ülkede kendine özgü başka bir hukuk düzeni varmış gibi ‘Seçimler siyasal faaliyet sayılmaz, Hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz’ şeklinde ve ancak ulemaların fetvalarına yaraşan bir gerekçeye sığınarak, aday listelerinin YSK’ya verilmesinin son günü istifa etmekle, çağdaş ve laik hukuk düzenini tanımadığını göstermiştir. Partili CB ve Beka Sorunu
Yaşanan hukuksuzluklar sadece bunlarla sınırlı olmayıp AY’nın 104. maddesinde yazılı, “Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk ulusunun birliğini temsil eder” buyruğunun doğal bir sonucu olarak, Cumhubaşkanı’nın artık siyasal bir partinin Genelbaşkanı hatta üyesi dahi olamayacağı halde, devletin bütün olanaklarını da kullanarak partisinin propaganda faaliyetlerine katılmasının; hukuksal ve etik değerlere olduğu kadar, Seçim hukukunun Eşitlik, Adalet, Güven ilkelerine de mutlak aykırı düştüğüne kuşku yoktur.
Kaldı ki AY’nın
103. maddesinde yazılı CB. Andına göre, ..Anayasaya,
hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet
ilkesine bağlı kalacağına, ..Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak,
yüceltmek ve üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün
gücüyle çalışacağına büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusu ve şerefi
üzerine ant içen CB’nın; görevi süresince yaptığı tüm işlerde hangi
ilkelere bağlı kaldığı, hangi değerleri koruyup yücelttiği ve hangi görevi tarafsızlıkla
yerine getirdiğini sorgulayıp gereğini yapmak da her yurttaşın anayasal bir hakkıdır elbet. Bunları
gereği gibi yap(a)madığı ve istifa da
etmediği takdirde, çözüm yeri Seçim sandığıdır.
Ancak devleti
yönetenlerin, başka bir amaçla bilerek ve isteyerek yükümlülüklerinin aksine
davranması durumunda, meşruluğunu da yitirmiş olacağı ve işte ancak o zaman
devletin bekası tehlikeye düşeceği için egemenliğin gerçek sahibi olan her
ulusun direnme hakkının doğacağı, dünyanın çağdaş ülkelerince de kabul
edildiği; demokratik ve laik Anayasal devlet düzeninin de esas itibariyle bu
temel ilkeler üzerine kurulduğunu da burada belirtmek isteriz.
SON SÖZ’ü, eşsiz öngörüsü ile zor günlerimizde yolumuzu aydınlatan yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’E bırakıyoruz: “Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler; aralarındaki etnik, dinsel ve siyasal ayrımları erteleyerek, ulusal kurtuluş mücadelesi yolunda birleşmelidirler.”
Ertan URUNGA, (E) Askeri Yargıç