Türkiye
Cumhuriyeti Devleti tarihinin hiçbir döneminde bu kadar kötü
yönetilmedi.Vesayeti kaldırıyoruz,darbeleri önlüyoruz söylemeleri ile iktidar
olan siyasi parti her alanda ne idüğü belirsiz politikalar uyguluyor.
Başta
dış politikası,yazımızın başlığına tam uygun düşen bir tarzda
seyretmektedir.Güney komşularımız Suriye ve Irak’da cereyan eden kimin kiminle
savaştığı,hangi ülkenin hangi dini ve etnik grubu desteklediği belli olmayan
bir kirli savaşta Türk dış politikası bugüne kadar ne tür bir seyir
izlemiştir.Membiç ve Rakka’ya yönelik Fırat Kalkanı harekatının siyasi sonucu
ne olmuştur?
Pek
çok üst rütbeli subay,uzman ve erlerimizin şehit edildiği terör çatışmalarında
siyaset dış politikamızda siyasi bir kazanç elde edilmiş midir?Bölgede ki birkaç
dini grup(ihvan,Müslüman kardeşler vb)dışında tüm komşu ülkelerle(Katar hariç)
düşman bir politika izleyen dış politikamız aynı zamanda hem Rusya hem Amerika
hem de AB ile çeşitli bahaneler gerekçe gösterilerek kavga çıkarmış bölgede en
eski komşusu olan İran ile de istikrarlı bir dış politikası bulunamamaktadır.
İç
politikada ise durum daha vahim olup başta Ülkenin doğal
çevresi(ormanlar,akarsular,yer altı ve yer üstü doğal
zenginlikleri,zeytinlikler,kamu alanları,meralar,hazine arazileri)adeta talan
edilmiş ve talan ettirilmiştir.
Bundan
en çok nasibini alan Boğaz ve çevresi olmuştur.
Yıllardır
süren PKK terörü çözüm süreci adı altında yürütülen ne idüğü belirsiz
politikalarla beslenen ve güçlendirilen teröristlerle adeta savaş haline
gelmiştir.
Artık
dağda gezen değil şehirlere yerleşmiş vergi toplayan milis gücü oluşturmuş ve
bölgeyi hakimiyeti altına almış bir güç haline getirilmiştir.
12
Eylül 2010’da şimdilerde iktidardan şikayet eden “Yetmez ama Evet “’çilerin
destek verdiği referandum ile siyasal iktidarın emrine verilen yargı
Fetöcü’lerle doldurulmuş ve ülkenin değerli kurumlarının yöneticileri bu
hakimler tarafından kumpas davalar ile cezaevlerine atılmıştır.
Bu
yolla ordu,polis ve yargı bu çetenin eline verilip Cumhuriyet kurumları ve
Atatürkçüler tasfiye edildikten sonra sıra bu grubun tasfiyesine gelmiş ve
sonuçta yine iktidara bağlı yargı bu insanlarla ve cemaat ile mücadele adı
altında TSK,Emniyet ve adliyeyi ve büyük ölçüde yazar ve akademisyenleri hedef
almıştır.
Son
olarak 15 Temmuz’da meydana gelen ne idüğü belirsiz bir darbe girişimi sonucu
Ülke OHAL koşullarında KHK’lar ile yönetilirken 16 Nisan 2017’de yapılan
şaibeli referandum ile “TEK ADAM ANAYASASI” kabul ettirilmiştir.
Tüm
Ülke ve Siyasi partiler bu gidişata ve ne idüğü belirsiz uygulamalara bigane
kalıp seyrederken ve hatta mensubu bulunduğumuz partinin genel merkezi bu
uygulamalara destek olurken ülkenin ana muhalefet partisinin başlattığı ADALET
YÜRÜYÜŞÜ terör ve terörizm ile özdeşleştirilmek istenmekte ve bizatihi
ülkenin AKP’li Cumhurbaşkanı ana
muhalefet partisi ve genel başkanını yargı üzerinden sopa göstererek tehdit
etmeye devam etmektedir.
Bu
vahim bir tablodur.
Yaşananlardan
çıkarılan sonuç Ülke’de ana muhalefet partisi genel başkanı ve yöneticileri
dahil tüm muhaliflerin yargıya verilecek talimat ile tutuklanması söz
konusudur.O günlerin yaklaştığını görebilirsiniz.
Dileğimiz
böyle bir şeyin olmamasından yanadır.Düşüncemiz ADALET ile ilgili verilen bir
tepki de 105 bin kişiden oluşan Avukatlar ve bunların örgütlü kurumları olan
barolar ve barolar birliğinin bu yürüyüşe etkin destek vermesidir.
Sonuçta
adalet herkesin yani sadece yönetilenlerin değil yönetenlerin de ihtiyacı olan
bir değerdir.Bugün adaletsizlik yapanların yarın adalete mutlak ihtiyaçları
olacaktır.Ne idüğü belirsiz yönetim anlayışı ile bu ülkede adaletin sağlanması
da maalesef mümkün görünmemektedir.
Saygılarımla...
21.06.2017
Av.Cengizhan
GÖKÖZ