Öyle zamanlar olur ki, sözcükler yerine oturur da biz onu kabullenmek istemeyiz. Üzgünüm ki, "Demokrasi" ve "Yozlaşmak" sözcükleri de bunlardandır.

İnsan yaşamında, ilk demokrasi mi olmuştur, yoksa yozlaşma mı başlamıştır tartışılabilir ama, işin enteresan tarafı, biri olduğunda, diğeri de olmadığında güzeldir.

Demokrasi.

Bu kavramı ilk olarak, İsa'dan Önce (İ.Ö) ya da Milattan Önce (M.Ö) 450 yılında, Atina’da “Site” denilen, ŞEHİR DEVLETLERİNDE bir devlet yönetim biçimi olarak görüyoruz.

Her ne kadar bugün için, halkın düzenli aralıklarla yöneticilerini özgür iradeleri ile seçtiği, siyasal denetimi doğrudan doğruya kendilerinin (halkın) yaptığı, sosyal, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi olarak tanımlanırsa da;

İlk çağlarda bile, şehir devletlerce köleler ve kadınlar site(devletin) halkının dışında kabul edilmektedir. Sadece yetişkin erkeklerin mecliste konuşma ve oy kullanma hakkı vardı. Ki bunlarda genellikle, soylu, asker ve zengin kesimlerdendi.

Örneğin, 1789 Fransız Devrimi’nden sonra yapılan seçimlerde bile, oy verme hakkı sadece belli miktarda vergi verebilen vatandaşlara tanınmıştı.

Kadınların ilk oy kullanma hakkı ise, Birleşik Krallık (İngiltere) ile İrlanda arasında yer alan Man Adası'nda, 1881 yılında, toprak sahibi kadınlara tanındı.

Demokrasi, tanım olarak kulağa hoş gelse de uygulamada sanıldığı gibi olmadığını siyaset bilimcilerinin;

liberal, komünist, sosyalist, muhafazakâr, anarşist ve faşist gibi tanımlamalarında görüyoruz ki;

O halde, demokrasinin bu kadar çok sayıda değişik tanımı ortaya olduğuna göre, biz neyi ve hangi demokrasiyi konuşuyoruz?

Evet, hangi demokrasiyi konuşuyoruz ki yozlaştıralım!..

Evrensel olarak, Demokrasinin temel ilkeleri;

1-Ulusal egemenlik. 2-Seçme Seçilme Hakkı. 3-Katılım. 4-Özgürlük. 5-Eşitlik. 6-Çoğulculuk. 7-Hoşgörü. 8-Hukuk Devleti. 9-Kuvvetler Ayrılığı, olarak tanımlanır ve kabul edilir.

Peki, günümüz dünyasında bunları gittikçe daha az ülke ve yönetimlerinde görmeye başladığımızın farkında mıyız?

İnsanın ya da insanlığın bir silkinmeye, bir düşünmeye başlaması gerekmiyor mu? "Demokrasi, demokrasi" diye diye nereye gidiliyor? diye!..

Kapitalizm, önce kendi alanını genişletmek için, özgürlükleri kullandı ve imparatorlukları parçaladı, ulus devletleri kurdurdu.

Sanayileşme ve ticaretin uluslararasılaşması ile pazar payını arttırmak için insanları özgürlüklerini genişletti ve daha çok harcamaları için de yeni kazanç yollarını, iş olanaklarını açtı.

Bunun en güzel örneğini ülkemizde 1980'lerden sonra yaşamıştık. Güya ülkemiz kapalı bir kutuydu, dünyaya açılması, globalleşmesi ve küreselleşmesi gerekti.

Valizini, sırt çantasını, torbasını yüklenen kapıkule sınır kapısından dünyaya açılacaktı.

Evet, bir şeyler açıldı da bu ülkenin yurttaşları değil, bu ülkenin kaynaklarını yağmalaya gelen, talana gelen yerli işbirlikçileri ile yabancı şirket ve kuruluşlara açıldı.

Bugünlerde yaşanan ABD seçimleri bile, demokrasinin nasıl bir orta oyunu olduğunun en güzel kanıtı.

Orada yerli Amerikan sermayesiyle, globalleşen sermayesinin ya da kapitalizminin halkın tercihleri üzerinden oynadığı oyunu görmezlikten gelir isek, sadece cambaza bakmış oluruz.

Bu maalesef ülkemiz için de böyledir.

Ülke kaynakları, dağı, taşı, mermeri, ormanları, suları teker teker yok ediliyor ama, bir avuç duyarlı yurtsever insanın dışında kimsenin umurunda değil.

Seçimleriniz bile.

Siz, hâlâ "adamınızı, olmazsa madamınızı" seçmeyi sürdüğünüz;

Kim kimdir, ne nedir, ne yapmıştır, ne yapacaktır diye geniş bir bakış açısı ile bakmazsanız, ki öyle görünüyor,

Üç gün sonra, azalan maaşınızı, yok olmaya başlayacak sahip olduğunuz mal-mülkü gördükçe, çoluğunuz, çocuğunuz, torununuz torbanız kapınıza dayandıkça;

Daha çok dizinizi dövmeye kalkarsınız da onu bile yapamazsınız. Çünkü, döveceğiniz dizleriniz romatizmadan ağrılar içinde kıvranacaktır, onu bile yapmaya gücünüz olmayacak, kalmayacak.

Siz, demokrasi oyunu oynamaya devam edin. Yerli ve yabancı sermaye de zaten, olan üç kurşluk demokrasiyi yozlaştırmayı sürdürecektir.

Bazılarınızın o günler sövdüğünüz, dövdüğünüz Demirelleri, Ecevitleri, Özalları bile arar, torunlarınız okur yazar olursa da sorduğu sorular ile yüzlerine bakamaz hale geleceksiniz de Neyse...

"Komşusu açken, tok yatan bizden değildir" sözünü hep anımsatırız da yaptığımız seçim ve tercihler ile, "bu konu komşunun aç olmasında, aç kalmasında bizim de bir suçumuz, katkımız oldu mu acaba", diye bir soru sormak aklımıza gelmez, değil mi?