Başlığa ben olsam da bakınca, "dam başında saksağan, vur beline kazmayı" derdim. Yönetici, kaygı vs. ne demek diye.


Aslında yönetici olmak, hep bir kaygı taşımaktır. Kaygı taşımaz iseniz iyi, duyarlı ve başarılı bir yönetici olamazsınız.

Çünkü aldığınız kamu adına, şirket adına ya da sivil toplum adına bir sorumluluktur. Siz, yönetici olarak herkesten farklı düşünmek ve herkesten farklı önce görmek zorundasınız ileriyi, geleceği.


Bu profesyonel yönetim anlayışı gereğidir.


Bir de demokrasi için, yönetim anlayışları vardır ki, bunu da ikiye ayırmak gerek. Az gelişmiş toplumların ve gelişmiş toplumların demokrasi anlayışları diye.


Gelişmiş toplumlarda, toplum kendi kurallarını oluşturmak için bedel ödemiştir. Bugün dünyanın her yerinde "jandarmalık yapan", tetikçileri kullanıp halkların, insanların canlarını hiçe sayan Amerika bile, kendi ülkesinde öyle "at koşturtamamaktadır".


Ülkede yaşanan "Amerikan İç Savaşı (12 Nisan 1861-12 Nisan 1865) sonrasında yayınlanan (1 Ocak 1863 tarihindeki) Özgürlük Bildirgesi ile ülke içinde yaşayan halkların yaşam güvenceleri sağlanmıştır.


Almanya'nın 1933 ile 1945 yılları arasında, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP)/ Hitler ve İkinci Dünya Savaşı (1 Eylül 1939 – 2 Eylül 1945) döneminde yaşanan acılar, Almanların yaşamların da çok derin acı izler bırakmıştır.


Katolik Kilisesinin Ortaçağda Engizisyon Mahkemeleri aracılığı ile on üçüncü yüzyılda yaşattığı acılar Avrupa insanlık tarihinin vicdanına kazınmıştır.


Bizim toplumumuz, önce "Mülk Allah'ındır", onun da yeryüzündeki temsilcisi Sultan/Padişahtır, dolayısı ile mülk padişahındır, biz de ekelim, biçelim; yiyelim hoş geçelim diyerek yaşamıştır.


Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki, "Mal da yalan, mülk de yalan, al biraz da sen oyalan" anlayışına kadar gidilmiştir. Hoş, günümüz görgüsüzlerini ve geleceklerini görünce insanın, lafın çok da yanlış olamayacağını gösteriyor da, söz onlar için değil, halkın gazını almaya söylendiği gün gibi ortadadır.


Osmanlı bir dönem artık iyice yönetimin iplerini, Kapitülasyonlar, Orduya Yabancı Genelkurmay Başkanı, Maliyeye Duyun-u Umumiye yönetimi (7 yöneticiden, 6'sı yabancı) gibi yönetim organları ile merkezi yönetim erkini elinden kaçırınca, iş çığırından çıkmış ve Mustafa Kemal gibi çok az bir asker-sivil aydın ülkesinin geleceği için savaşmıştır.


Osmanlı'nın bu çaresizliğini ve teslimiyetini görmezden gelerek, Ulusal Kurtuluş Savaşına ve Mustafa Kemal'e kötü söz söylemek için denilmesi gerekeni siz söyleyin artık.


Mustafa Kemal, Padişah ve Şeyhülislamın boynuna asmaya çalıştıkları idam fermanları ile Anadolu'yu karış karış dolaşıp ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞINI örgütlerken, bu mücadeleyi verirken, İngiliz Sevenler Cemiyetini kuranlar, İngiliz uçakları ile o dönem bile bildiri dağıttırıyorlardı.


Tıpkı, Amerikan 6. Filosu İstanbul Boğazına demirlediklerinde, genelevlerin boya badana yaptırılıp kadınların peşkeş çekilmeye hazırlandığı günler, bütün bunlara karşı koyan, direnen Devrimci Gençleri, ellerine verilen olanaklar ile kurdukları "Komünizm ile Mücadele Dernekleri" aracılığı ile taşlamaları çok manidardır.


Emperyalizmin dini imanı, parası ve kârıdır. Ve çok da kolay işbirlikçisini bulur.


Ülke ve Halkın çıkarlarını gözetmeden, ülkeyi uluslararası emperyalizme ve emperyalist devletlere peşkeş çeker isen, sermayenin bitmez tükenmez iştahını doyuramazsınız.


Ne verirseniz daha da isterler.


Hani bir şarkı vardır ya " vere vere kalmadı kalmadı/ Allah canımı almadı almadı" diye. Onun gibi, öleyim deseniz de ölemezsiniz.


Çok üzgünümdür ki, ülkede gelinen nokta budur.


Yaşananları yıllardır muhalefet anlatmaya çalıştı ama, olmadı. Sonunda Sedat Peker çıkıp da "bam tellerine" dokununca, ses her yerden duyuldu. Hatta uluslararası bile müşterisi çıkmıştır.


Hani bir söz vardır. "Allah kimseyi, gördüğünden, geri bırakmasın" diye. Siz 20 yıldır ülkeyi müflis tüccar gibi yönettiniz. Hesap yok, kitap yok. Para mı bitti, o fabrikayı sat, bitti mi, bu dağı-ormanı-madeni sat sat ye.


Elde ki avuçta ki bitince, şafak attı. Önceleri Avrupa'nın son model arabaları ile fiyaka atarken, 2021/14 sayılı Cumhurbaşkanlığı tasarruf genelgesi ile, bırakın Avrupa araba almayı, yerli sıfır bile alamazsınız. Piyasadan ikinci el.


İşte bu sermayeden yemeye alışmış, bürokrasiyi tırstırır. Yönetime güveni sarsar. Öyle önüne gelene imza atma, verilen her talimata uyma devrini bitirir.


Herkes dosta depolamaya başlamıştır bile.


İşte bunu en iyi bilen ülke yönetimi, kaygıya düşmüştür. En yetkililerin konuşmalarında bile görülüyor.

Hele hele, sıradan bir kamu güvenlik görevlisinin "ağzını açanı/konuşanı alın" talimatı ise, işin tuzu biberidir.

Arabanın freni patlamıştır.


Yolcuların bazıları hiç alışık olmadıkları "emniyet kemerlerini" bağlamaya başlamıştır, bazıları da pencereleri açıp, en uygun yer ve zamanda kendilerini camdan atmayı beklemektedir.


Ha bu arada, bu arkadaşların kulakları delik ve iyi haber alırlar. Biz ömrümüzü sol ve sosyal demokrasiye verdik, bir tanıdık bulamadık yerimizde debelenip duruyoruz. Onlar, çoktan hısım akraba, köylü, eş, dost tanıdıklar bulmuşlardır bizim cenahta, içleri ferah olsun.


Bizimkiler çok misafirperverlerdir.


Her şeylerini paylaşırlar.


İktidar yöneticilerinin içi ferah olsun. Globalleşen dünyada, cebinde paran var ise, dünyanın her yeri senin.

Çulsuzlar düşünsün diyeceğim de, Allah onlara da "akıl" vermiş ki. Ben ne yapayım.

Bu kadar yazılandan sonra bile ne anlayacaklarını çok merak ediyorum.